25 Mart 2014

Asıl kaos daha yeni başlıyor


30 Mart'taki yerel seçimleri bir tür "ölüm kalım meselesi" ya da deyiş yerindeyse, "Armageddon" gibi gören ve bu hissiyatını büyük bir gayretkeşlikle paylaşmaya, yaymaya çalışanlar var. İki nedenden dolayı yanılıyorlar: Birincisi, bu bir armageddon falan değil; uzun vadede yeni etapları sahnelenecek bir oyunun ilk perdelerinden biri. İkincisi, alınacak sonuç ne olursa olsun, "düğüm" çözülmeyecek, aksine daha karmaşık ve daha kaotik bir hale gelecek. Ama, "Akacak kan damarda durmaz" deyişinde olduğu gibi, bu kaosu yaşamadan ve bir dizi acıyla daha yüzleşmeden, taşlar da yerine oturmayacağa benziyor.

Şunu peşin peşin kabul edelim: Adam, inatçı ve kararlı bir savaşçı. Kutuplaşmalardan, çatışmalardan, öfkeden ve en önemlisi de, savaştan besleniyor. Bu o kadar yaşamsal ki onun için, kendisine cephe almış kitlenin sayısal/oransal büyüklüğü ya da ona yöneltilmiş nefretin şiddeti, inatçılığını olumsuz yönde etkilemek bir yana, daha da motive ediyor onu. Kadroları var, ekipleri var, kurmayları var ama savaşı bizzat kendi yönetmeyi ve yönlendirmeyi seviyor. Eh, bu toprakların insanlarının önemli bir çoğunluğu da “kendi adına savaşacak” insanları sever; hatta arkalarından “Hüloğğ” nidalarıyla yaltaklanır; her tarafının kılı tüyü olmayı sineye çeker.


Peki sürdürmekte olduğu savaşı kime ve neye karşı veriyor RTE? Kimin yanında durup, neyi değiştirmeye çalışıyor? Bu soruların yanıtları belli: 1930’lardan beri Cumhuriyet rejimi tarafından mağdur edildiğine içtenlikle inanan dindar-muhafazakâr kesimin birikimli desteğini arkasına alarak, köklü bir “altüst oluş” gerçekleştirme çabasında. Üstelik, Cumhuriyet tarihindeki “benzerlerine” kıyasla, bu mücadelesinde önemli ölçüde yol aldığı ve arka arkaya zaferler kazandığı da ortada.

Türkiye’nin, çok değil, on beş yıl önceki koşullarını ve sosyal/siyasi iklimini hatırlamak, arkasındaki büyük kitle desteğiyle RTE’nin neler yaptığını, neleri değiştirdiğini görmeye yeterli. Değil ilişmek, üzerine gitmek, “yan bakmaya” bile hiçbir hükümetin cesaret edemediği otoriter ve direngen kurumlara çatır çatır boyun eğdirdi; “askeri vesayeti” sonlandırmakla kalmayıp, yargıyı “rejimin klasik destekçisi” olmaktan çıkararak avuçlarının içine aldı; sermayenin ve finansal kaynakların akış yönünü, kendisini destekleyen kesimleri hoşnut edecek biçimde değiştirdi; medyaya diz çöktürdü ve haber alma kanallarını büyük ölçüde denetimi altına aldı; ülkedeki gündelik hayat normlarını yavaş ama etkili adımlarla, “dindar kesimin” hoşlanacağı bir görüntüye büründürmeye başladı; eğitim sistemini külliyen değiştirecek düzenlemeler gerçekleştirdi.

Ama bu kadarla yetinmeye de niyetli değil: “Durmak yok, yola devam” diyor, her seferinde. Karşısında hiçbir güç, hiçbir engel tanımadığını büyük bir kararlılıkla yineleyip duruyor ve “kahramanı” olduğu kesimin sırtını sıvazlayarak, “Siz merak etmeyin, evelallah biz buradayız” mesajı veriyor. O kadar inatçı ki, bırakın ülkedeki muhalifleri, yakın zamana dek ittifak halinde olduğu “mütedeyyin” yapılanmalara bile savaş açabiliyor; hatta dünyaya kafa tutuyor. En küçük bir geri adım atmaya da niyeti yok.

Tüm bu şartlar altında, bugüne dek onu seçen, oy desteği veren, arkasında duran kitlenin, şimdi bu desteği geri çekmesi için somut ve anlaşılır bir neden görebiliyor musunuz? “Kendilerini temsil eden lider” olarak gördükleri; sertliği ve kabadayılığından santim ödün vermeyen; gerekirse tüm dünyayı karşısına almaya hazır bir liderden niye vazgeçsinler? Cemaat’in “arkası yarın” kıvamında bir program dahilinde düzenli olarak paylaşıp durduğu “tape”lerden etkilendikleri için mi?

Gerçekçi olalım: Son iki genel seçimde AKP’ye destek veren kitlelerin gözünde, yolsuzlukların, hırsızlıkların pek bir önemi yok. Polis şiddetini, sokaklarda gaz ve TOMA’larla yaşatılan dehşeti, öldürülen o gencecik insanları da fazla umursamıyorlar. (Üstelik, bunları açıklamak için üretecekleri, “..Ama” ile başlayan çok sayıda mazeretleri var.) Birileri trilyonları götürdüyse, para onların cebinden çıkmadı. Yaralanan, dövülen, öldürülen, göz altına alınan insanlar onların çocukları değildi. Bunların hiçbirinden fazlaca etkilenmeyen, bencil ve hınçlı kitlelerden söz ediyoruz. AKP’ye verdikleri desteği niye geri çeksinler? Sonuçta RTE hâlâ “onların başbakanı”, iktidardaki güç hâlâ onların temsilcisi; ve bu durumu değiştirmeye çalışanlarla da, en küçük bir ödün vermeksizin, ölümüne savaşıyor. Niye sırt çevirsinler ki ona?

RTE, tüm bunların farkında olduğu için, kendisinden önce aynı kitlelere oynayan diğer liderlerden farklı olarak, kutuplaşmayı alabildiğine hızlandırıp, çelişkileri keskinleştiriyor. En küçük bir yumuşama ya da ılımlılık sinyalinin, arkasında duran kitlenin kafasında karışıklık yaratacağını bildiği için, gerilimi büyük bir kararlılıkla tırmandırıyor sürekli. Bunun, destekçilerinin kafasındaki RTE imajını güçlendireceğinin farkında. Bu yüzden mitinge insanları çağırırken, partisinin danışmanları “90 yıldır sizin için böyle mücadele eden bir lider gelmedi, ona sahip çıkın yoksa elinizden alırlar” mesajları yolluyorlar. Kutuplaşma ne kadar keskin olursa, RTE kendini o kadar güvende hissedebilecek.

Diğer yandan, pervasızca yapılan yolsuzluklar elbette bu toplumun geniş kesimleri üzerinde sarsıcı etki yarattı. Gezi direnişi sırasında yaşanan zulüm ve şiddet, vicdani boyutta “tsunami”lere neden oldu. Medya kontrolü ve göz göre göre yapılan yalan/yanlı yayınlar, insanları isyan etme noktasına getirdi. Bütün bunların, AKP’yi son iki genel seçimde “çok da benimsemeden” destekleyen belli bir kesim üzerinde etkili olacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Peki bu “destek kaybı”nın sandığa yansıma oranı ne olur?

Bugüne kadar izlediğim seçimler içinde, öngörüde bulunulması en güç olanı, bu. Belirsizliklerin fazlalığı, sağlıklı tahmin yapmaya fazla imkân vermiyor. Yine de, AKP’nin oylarının hatırı sayılır biçimde düşeceği aşikâr. Cemaat’in gücü nedir, etkilediği oy potansiyeli ne büyüklüktedir, kimsenin bir fikri yok; ama bu sert savaş, mutlaka o cepheden AKP’ye giden oyları tırpanlayacaktır. Buna, önceki iki seçimde “kerhen” de olsa tercihini AKP’den yana kullanan liberallerin uzaklaşmasının yarattığı etkiyi de eklemek gerek. “Oynak tabanın” bir kısmının, mütedeyyin değerleri öne çıkaran MHP’ye, çok az bir kesiminin de SP ve hatta belki CHP’ye kayabileceğini söyleyebiliriz. Peki alt alta yazdığımızda, kayıpların toplamı ne eder?

Kimileri gerçekçilikten uzaklaşıp “wishful thinking” örnekleri vererek, yüzde 30’un bile altında bir oy oranı öngörüyorlar AKP için, kimileriyse, ne olursa olsun yüzde 40’ın pek altına inmeyeceği görüşünde. Bir önceki seçimde oyların yarısını almış bir parti için yüzde 40, ciddi bir kayıp gibi görünse de, RTE’nin, yüzde 35’in üzerindeki her oy oranında “zafer” ilan edeceğine kesin gözüyle bakabilirsiniz. (Bunun altına inmesi de çok uzak bir olasılık gibi görünüyor.) “Dört yandan saldırdılar ama dik durduk, ayaktayız” mesajı verecek.

Sonuç? Kimilerince neredeyse bir “nihai savaş” ya da “Armageddon” gibi görülen bu seçimlerden, şimdikini de aşan daha büyük bir belirsizlik çıkacak. Asıl kaosu da Nisan ayından itibaren yaşayacağız gibi görünüyor. Üzerinde asıl durulması gereken "problematik", AKP'ye oy veren kitleye değil, AKP'ye karşı olan çok parçalı ve "hiçbir konuda uzlaşamayan" asıl çoğunluğa ait.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder