24 Ekim 2015

Sıradışı bir faşistin biyografisi



Ezra Pound / Alec Marsh / Çev: Şahika Tokel / YKY


Bazı şairler ve yazarlar hakkında, eğer üzerinde herkesin anlaşmaya vardığı nitelemeler kolay kolay bulunamıyor ve değişik uçlarda gidip gelen yargı ve değerlendirmeler birbirini izliyorsa, kısaca “tartışmalı” etiketi kullanılır. Aslına bakacak olursanız, edebiyat dünyası bu tür “tartışmalı figürlerle” doludur diyebiliriz, rahatlıkla. Ama içlerinden ilk akla geleni saymasını istediğinizde birçok kişi muhtemelen Ezra Pound’un adını telaffuz edecektir. “Modernist şiirin çerçevesini çizen şair” olarak anılan Pound, hakkında “ama’sız cümle kurmanın” zor olduğu edebiyat simalarından biridir çünkü.

Bir kere, “katıksız bir faşist” olarak tanınır ve belki de ondan nefret etmeyi seçenlerin birincil ve en haklı gerekçesi budur. Birinici Dünya Savaşı’nın onda yarattığı ruhsal örselenme sonrası İtalya’ya yerleşmiş ve 1920’li yıllardan itibaren Benito Mussolini’nin faşist idealleriyle kucaklaşmaya başlamıştır. Dahası, 1930’lardan itibaren de Almanya’daki Nazi hareketinin sempatizanlarından biri haline gelmiş ve Adolf Hitler’e desteğini ifşa etmekten çekinmemiştir. Britanya Faşist Birliği’nin kurucusu, İngiliz faşisti Oswald Mosley’nin çıkardığı yayınlarda yazı yazmış ve nihayet, İkinci Dünya Savaşı yıllarında İtalyan hükümeti hesabına gerçekleştirdiği radyo yayınlarında ABD’yi, Yahudileri kıyasıya eleştirmiş; bir başka deyişle Faşist İtalya’nın “sesi” olmuştur. Bu nedenledir ki, savaş bitiminde bir “hain” olarak yargılanması ve cezalandırılması gelmiştir gündeme.

Fanusun içinden çizgiler



Çizimler / Sylvia Plath / Çev: İlknur Özdemir / Kırmızı Kedi


Bazı hayatlar, diğerlerinden daha ağırdır. Otuz yıllık ömrüne çok da fazla eser sığdıramamasına karşın yirminci yüzyıl edebiyatının en çarpıcı, en dinamik ve en sıradışı isimlerinden biri olarak değerlendirilen ve bugün hâlâ çok insan için çağın en “esin verici” şair ve yazarlarından biri diyebileceğimiz Sylvia Plath’ın hayat hikâyesini düşününce akla gelen ilk cümlelerden biri bu. Sayıları ölümünden yıllar sonra katlanarak artan hayranlarını bu kadar derinden etkileyen şey onun ağır, can acıtıcı ve iniş çıkışlarla dolu ruhsal serüveninin trajik bir finalle noktalanması mıdır, yoksa kimi zaman ürpertici boyutlara ulaşan düşgücünün etkisiyle sözcüklere ve imgelere olağanüstü bir doğallıkla hükmetmesi midir, karar vermek zor. Yalnızca “sokaktaki okuru” değil, edebiyat dünyasının önde gelen isimlerini de dizelerinin büyüsüyle cezbetmiş bir şair ve tekniğiyle hayranlık uyandıran alışılmadık bir yazardır Plath. Sözgelimi Joyce Carol Oates onun için, “Savaş sonrası dönemde İngilizce yazan en etkili ve en tartışmalı şairlerden biri” ifadesini kullanır ve en sevilen şiirlerinden oluşan son dönem yapıtlarını “ince bir keskiyle kutup buzları üzerine yapılan yontulara” benzetir. Yine ünlü Amerikalı şair Robert Pinsky’ye göre Plath, “incinmiş bir düşgücünün etkisi ve dört nala koşan bir atın enerjisiyle imgeler ve ifadeler savuran” bir şairdir. Thomas McClanahan, onun “şiirsel sesini kadınlık ve masumiyetin intikamcısına dönüştüren bir vahşi şair” olduğundan söz eder.

Bütün sabahlar, bütün duygular, bütün notalar




Dünyanın Bütün Sabahları / Pascal Quignard / Çev: Orçun Türkay / SEL Yayıncılık


Çok sevilen birinin ani ve beklenmedik kaybı, isterse yüreği kaya gibi katı ve buzdağları kadar soğuk olsun, hiçbir insanın yara almaksızın kolay göğüsleyebileceği bir şey değildir. Yitirilen kişiyi bir daha hiç göremeyecek ve onunla konuşamayacak olmanın verdiği tarifi zor yoksunluk duygusuna, geçmişle hesaplaşmanın getirdiği iç sızıları, pişmanlıklar, vicdani rahatsızlıklar ve tüm bunlara bağlı “Ah keşke”ler eşlik etmeye başlar çoğunlukla. Maddi dünyanın ve elbette sosyal gerekliliklerin dayattığı “Gösteri sürmeli” duygusu insanı olanca gücüyle akıp gitmeye devam eden yaşamın içine çeker ve yas tutmanın önüne ket vurmaya çalışırken, yürekte ve bilinçte hafifleyerek de olsa yaşanmayı sürdüren acı, giderek içselleşir, derinlere doğru inmeye başlar. Böyle bir kayıptan sonra zamanı algılayışımız da ister istemez farklılaşır; ne akşamlar eskisi gibi “akşam”dır artık, ne sabahlar aşina olduğumuz sabahlardır.

Tyler Durden geri döndü



Dövüş Kulübü 2 / Chuck Palahniuk - Cameron Stewart / Ayrıntı Yayınları


Chuck Palahniuk için “internet çağı yazarlarının en popülerlerinden biri” desek, pek de abartmış sayılmayız. Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren “aykırı edebiyat” dünyasının yıldızları arasına giren Ukrayna asıllı Amerikalı yazar, cüretkâr üslubu ve “başkaldırı kokularına bürünmüş” tarzıyla yakaladığı okur kitlesinin ilgi ve coşkusunu, internet üzerinde fan sayfalarıyla canlı  tutmayı başarabilen ender isimlerden biri.

Şu günlerde Türkçesi “Bir Haz Markası” adıyla yayımlanan ve tanıtımında “kadın hazzına dair karanlık pazarlama imkânları hakkında bir roman” ifadesiyle sunulan “Beautiful You” adlı yeni kitabıyla gündemde olsa da, Palahniuk’un bu muazzam popülaritesini büyük oranda 1996 tarihli “Dövüş Kulübü”ne borçlu olduğunu söylemekte bir sakınca yok. 1999’da sinemaya da aktarılan ve “modern kapitalist dünyada” derin yankılar uyandıran bu tuhaf ve “erkeksi” roman, onun adını kitap dünyasında bir “marka” haline getirme yolunda ciddi bir dönüm noktası olmuştu.

Bilinçdışının derinliklerine büyüleyici bir yolculuk



Kırmızı Kitap / C.G. Jung / Çeviren: Orhan Gündüz / Kaknüs Yayınları


Elimin altında, daha sayfalarını çevirmeye başlamadan içimi keyifli bir heyecanla dolduran, kıpkırmızı kapaklı bir kitap var. Üzerinde, “Liber Novus” yazıyor; Latince’deki anlamıyla, “Yeni Kitap”. Yazarı, belki de yirminci yüzyılın en sıradışı, en cüretkâr ve en etkileyici düşünürlerinden Carl Gustav Jung. Deyiş yerindeyse “insan ruhunun derinlikleri”nde çıktığı ürpertici yolculuklarla psikoloji bilimine bambaşka boyutlar getirmiş; yapıtlarıyla yalnızca meslektaşlarını değil, modern dünyanın tüm entelektüellerini etkileyerek güçlü bir esin kaynağı olmuş, öncü bilim insanlarından biri. Varlığı sınırlı sayıda dostu ve meslektaşı tarafından bilinmesine karşın basımı ancak ölümünden 48 yıl sonra gerçekleşen bu önemli çalışması, henüz elyazması halindeyken kaplattığı cildinin renginden ötürü “Kırmızı Kitap” adıyla biliniyor.

Piramitler, heykeller, kuleler ve merdivenler



Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler / C.W. Ceram / Çev: Hayrullah Örs / Remzi Kitabevi

Bilinmeyenlerle dolu soluk kesici bir serüveni adımlayarak, binlerce yıldır kimsenin görmediği yolları izlemek; tortularına  yalnızca unutulmaya yüz tutmuş efsanelerde rastlanan mekân ve objeleri bulup gün ışığına çıkarmak; heyecan verici ve bir o kadar da tehlikeli yolculukları göze alıp, türlü olumsuzluklara karşın “mutlu sona” ulaşmak; çarpıcı, sansasyonel, büyüleyici bulguları gözler önüne sererek, insanlığın toplumsal belleğindeki derin boşluklardan birini ya da birkaçını doldurabilmenin hazzını tatmak. Arkeoloji tutkusu, modern dünyanın sıkıcı ve tekdüze yaşamlara hapsedilmiş insanlarının bazılarında, buna benzer umut, düş ve beklentilerden beslenerek yeşerir çoğu kez.

“El değmemiş” kadim tapınaklar, anıtlar, kayıp kentler ve ortaya çıktığında kimbilir hangi ezberlerimizi bozup bizi şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyecek objeler, yazıtlar, belgeler için duyulan heyecan, dört yandan sıradanlıkla kuşatılmış ruhlar için hayali kurulan bir “çıkış yolu”dur. Daracık bir tünelde sürünerek ilerleyip, yolun sonunda gizli bir kapıyı açarak, eldeki meşalenin cılız aydınlığında bize göz kırpan bir “yeraltı odası”na ulaşmanın hazzını düşünün. Ya da balta girmemiş ormanların içinde bitki örtüsü tarafından bütünüyle gözlerden saklanmış bir taş tapınağın, tuzaklarla dolu geçitlerinde binlerce yıldır gezinen ilk insanın siz olduğunuzu gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Tıpkı İndiana Jones ya da popüler kültürün ünlü “imkânsızlıklar dedektifi” Martin Mystere gibi.

Bir kaktüsün peşinde



Tarahumaralar Ülkesine Yolculuk / Antonin Artaud / Çev. Bahadır Gülmez / Everest

Birkaç minik parçası tüketildiğinde insanın algı sistemini ciddi biçimde etkileyerek tuhaf ve ürpertici hayaller gördüren, halüsinojen etkileri herkesçe malum bir kaktüs marifetiyle yaşanan “trip”lerle ilgili bir günce, bugünün okuruna pek de ilgi çekici gelmeyebilir. Ama söz konusu deneyimleri yaşayan kişi, yirminci yüzyılın sıradışı sanatçılarından Antonin Artaud olunca, işler biraz değişiyor. İzmir kökenli bir Yunan ailenin çocuğu olarak Marsilya’da doğan bu Fransız şair, oyun yazarı, senarist ve yönetmen, hayatının en çaresiz evrelerinden birini geçirdiği Meksika’daki  mistik “peyote” deneyimlerini, çok da fazla bilinmeyen “Tarahumaralar Ülkesine Yolculuk” adlı kitabında ayrıntılarıyla anlatmış. Yeni dünyanın Aztekler soyundan gelen Tarahumara kabilesiyle birlikte geçirdiği günlerde içinde yer aldığı şamanik ritüeller, Artaud’nun acılı zihinsel süreçlerine ışık tutan bu notlarda dile getiriliyor. Her şeyin merkezinde “algılar”, “gerçeklik” ve elbette halüsinojenlerin şahı Peyote var.

Kokuların izini sürmek



Kokular Kitabı / Vedat Ozan / Everest

Kokuların çağrışım etkisinin ne kadar güçlü olduğunu hepimiz bir şekilde biliriz. Anılarımızın depolandığı yerdeki “veri dökümü” içinde (artık nasıl bir şeyse bu) çoğu kez bir ya da birkaç koku kendine yer bulmayı başarmıştır. Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde bu kokulara maruz kaldığımızda, kimi zaman ilişkili olduğu anı aniden belleğimiz içinde canlanıverir, kimi zaman da o anının bize yaşattığı duyguyu farkında olmaksızın yeniden deneyimleriz. Görüntü ya da sesten çok daha “hızlı” etkisini hissettiren bir faktördür koku, bellek kayıtlarımız içinde. Güzel kokular, ferahlatıcı kokular, rahatsız edici kokular, ağır kokular...

Sözgelimi, çocukluğumla ilgili anılar arasına karışmış kokuların en etkili (ve belki de en rahatsız edici) olanlarından biri, o zamanlar başka türlü adlandırmayı bilemediğimiz için kendimizce “aşı kokusu” diye adlandırdığımız kokudur. Okul yıllarım boyunca “iğneyle” aram hiç iyi olmadı. İlkokuldayken, teneffüs saatinde koridora çıkıp o kokuyu aldığımız anda, ürkek bir fısıltı dolaşır dururdu aramızda hemen: “Aşı var lan, aşı var!” Fısıltı dediğime bakmayın, giderek çığlıklaşan, çaresiz bir ünlemeye dönüşürdü o ses. Bir sonraki ders boyunca kafamızın içinde soru işaretleri dolaşır dururdu: “Gerçekten aşı mı olacağız acaba? Belki de yanılmışızdır, o koku başka bir şeydir?”

Edebiyat tarihinin en sevilen “Prens”i




Benim için Küçük Prens, “yetişkinler için yazılmış en güzel çocuk kitabı” nitelemesini sonuna dek hak eden, modern döneme ait en çarpıcı anlatılardan biri. O kadar içime işlemiş ve ruhumun derinliklerine yerleşmiş ki, ilk kez ne zaman okuduğumu hatırlamakta bile güçlük çekiyorum. Sanki her zaman bildiğim; belleğimin koridorlarında kuytu bir yere yerleşip, her fırsatını bulduğunda küçücük bir çağrışımla varlığını hatırlatmayı başarmış, etkili bir arketipler yumağı gibi. Belli aralıklarla içimde yeniden sayfalarını çevirme isteği uyandıran; her seferinde yeni bir ayrıntıyı bir kez daha yakalamanın hazzıyla defalarca okuduğum; tuhaf, hüzünlü ama bir o kadar da insanın içini ısıtan bir “yenilgi hikâyesi” demeliyim belki de.

Uygarlığın beşiğini tanımak ve anlamak



Tarihin Başlangıçları / Pierre Bordeuil, Françoise Briquel-Chatonnet, Cecile Michel / Çev: Levent Başaran / ALFA


Bildiğimiz ve tanımladığımız biçimiyle “uygarlık” sürecinin ilk filizlerine ev sahipliği yapmış bir coğrafyada yaşıyoruz. İnsanlık tarihindeki en önemli evrelerden birinin ortaya çıktığı; toplumun sosyal ve siyasal kurumlarını da biçimlendirerek örgütlenmeye başladığı topraklar üzerinde geziniyoruz yani. Bunun keyif alınabilecek yanları da var, ağır sorumluluk yükleyen yanları da. Her şeyden önce, yaygın deyişle “uygarlığa beşik olmuş” bir bölgede yaşıyorsanız, tüm insanlığın tarihiyle ilgili en değerli mirası da elinizde tutuyorsunuz demektirki, bunu koruma gerekliliği de doğal olarak omuzlarınıza yüklenmiştir. Oysa yine bu coğrafya, kültürel ve tarihi varlıklara sahip çıkıp onların zarar görmesini önlemenin en zor olduğu bölgelerden biridir. 2003’te Irak’ın işgaliyle başlayıp, son birkaç yıldır Ortadoğu’ya dehşetengiz görüntüler yaşatan Suriye iç savaşıyla devam etmekteki kaos, binlerce can kaybının yanı sıra, bir daha asla yerine konamayacak tarihsel varlıkların yok olması gibi bir tehlikeyi gündeme getirmiştir çünkü. Suriye’nin kuzeyindeki savaş ve talan, Nineve başta olmak üzere, bu bölgenin en önemli tarihsel yerleşim merkezlerini, telafisi mümkün olmayan kayıplarla yüz yüze bırakmıştır. Eğer bir şekilde durdurulmazsa, bu barbarlığın tüm insanlığa faturası sanılandan çok daha büyük olacağa benzemektedir.

Hayata 1-0 yenik başlayanların hikâyeleri



Çocuklar İnsandır / Yaşar Kemal / YKY

Çocukları sevmek başka şey, onları gerçekten anlamak ya da en azından “anlamaya istekli” olmak başka şey. Asıl zor olanıysa, yetişkinliğin “aşınmış” ruh haline rağmen çocuklarla iletişim kurmayı becermek. Doğru ve etkili iletişim kuracaksınız ki, onları gerçekten anlayabilesiniz. Bunun için de, her şeyden önce çocukların size güvenmesini sağlamak zorundasınız. Kendini  yukarılarda bir yerlerde konumlandırıp, onlara uzaktan bakan biri gibi görmeyecekler ki sizi, güvensinler ve iç dünyalarını hiç tedirginlik duymadan açıp sergilesinler. Size açılan o dünyaya önyargısızca erişmeye başladığınız andan itibaren çocuklarla iletişiminiz sağlıklı hale gelebilir ancak; onları doğru anlamanın sırrı da burada yatar.

Odin, Thor ve Freya'nın ülkesine yolculuk




Viking Dünyası / Stefan Brink – Neil Price (Ed.) / Çev: Ebru Kılıç / ALFA


Kuzeyin büyüsü, güneşin neredeyse hiç batmadığı yaz başlarında İskandinavya’ya yapılacak turistik gezilerle ya da Stockholm, Oslo, Kopenhag gibi modern kentlerdeki pub ve kulüplerin keyifli atmosferiyle hissedilemez. Kuzey, bundan çok daha fazlasıdır: İlikleri donduran buzdur, kış boyunca bitmek bilmeyen gecedir, gün ortasındaki karanlıktır, soğuktur, ürpertidir. Elbette, bütün bunların yanı sıra, binyıllar içinde geriye doğru gittikçe izlerinin sürülmesi iyice güçleşen o muazzam “Norse” kültürüdür. Ortadoğu’nun ve Akdeniz havzasının insanlarına ilkçağdan itibaren ürkütücü ve kimi zaman “tekinsiz” gelmiş o sert ve karanlık mitolojinin koridorlarında gezinmeden, İskandinav kültürünün “markası” haline gelmiş Viking’leri de anlayamazsınız, Avrupa tarihinin önemli ve etkili bir parçasını da.