24 Ekim 2015

Odin, Thor ve Freya'nın ülkesine yolculuk




Viking Dünyası / Stefan Brink – Neil Price (Ed.) / Çev: Ebru Kılıç / ALFA


Kuzeyin büyüsü, güneşin neredeyse hiç batmadığı yaz başlarında İskandinavya’ya yapılacak turistik gezilerle ya da Stockholm, Oslo, Kopenhag gibi modern kentlerdeki pub ve kulüplerin keyifli atmosferiyle hissedilemez. Kuzey, bundan çok daha fazlasıdır: İlikleri donduran buzdur, kış boyunca bitmek bilmeyen gecedir, gün ortasındaki karanlıktır, soğuktur, ürpertidir. Elbette, bütün bunların yanı sıra, binyıllar içinde geriye doğru gittikçe izlerinin sürülmesi iyice güçleşen o muazzam “Norse” kültürüdür. Ortadoğu’nun ve Akdeniz havzasının insanlarına ilkçağdan itibaren ürkütücü ve kimi zaman “tekinsiz” gelmiş o sert ve karanlık mitolojinin koridorlarında gezinmeden, İskandinav kültürünün “markası” haline gelmiş Viking’leri de anlayamazsınız, Avrupa tarihinin önemli ve etkili bir parçasını da.


Aslına bakarsanız, sorunlar daha “Viking” sözcüğünün kendisinde başlar. Anlamı ve etimolojik kökleri üzerinde akademisyenlerin henüz tam bir anlaşmaya varamadığı bu sözcük, belli bir coğrafyaya egemen olan kuzeyli bir halkı mı anlatır, yoksa onların içindeki belli bir sosyal tabakayı ya da katmanı mı? Viking dendiğinde ejder başlı küçük ve hızlı gemileriyle Kuzey ve Batı Avrupa’nın birçok yerine amansızca akınlar düzenleyerek dehşet yaratan “deniz savaşçıları”nı mı anlamalıyız, yoksa oldukça uzun bir süredir yerleşik olduğu Baltık ve İskandinav kıyılarına yayılmış topraklarında balıkçılık, ticaret ve tarımla uğraşan kavimler topluluğunu mu? Gözüpek ve gaddar savaşçılar mıdır Vikingler, yoksa varlıklarını sürdürmek ve hayatta kalabilmek için, en az çağdaşı diğer halklar kadar savaşmayı bilmek durumunda kalan Kuzey Avrupa sakinleri mi? Yazılı kaynakların çok da verimli bir hasata olanak vermediği bir döneme ait tarihsel yolculuğa çıkmadan, bu sorulara net yanıtlar vermek kolay değil.

Oysa Batı popüler kültürü, çoğu kez “malzemenin cazibesini” kullanarak bu sorulara kestirme yanıtlar getirecek, heyecan verici ürünler yaratmayı pek sevmiştir ve biz de Vikingler ile ilgili tüm çağrışımlarımızı, bu ürünlerin yarattığı imgeler üzerinden gerçekleştirmeyi yeğleriz. Sözgelimi, 1958 tarihli, başrollerini Kirk Douglas ve Tony Curtis’in paylaştığı, artık bir kült halini almış “The Vikings”deki taht kavgası yapan kardeşler canlanır gözümüzde, Viking dendiğinde. Onların testosteron yüklü savaşçı ruhlarının, Kuzey halklarının atalarıyla ilgili en tipik ipuçlarını verdiğini düşünmeye eğilimliyizdir. Ya da Viking ruhunun kökeninde, 1964 yapımı “The Long Ships” filminde tanık olduğumuz korkusuz ve “maceraperest” güdülerin olduğu fikri, zihnimizin bir köşesine yerleşmiştir. Kuzey mitolojisi dendiğinde, ürkütücü ve heybetli ilahi figürlerin bitmek bilmez savaşlarını gözümüzün önüne getiririz, çizgi roman dünyasından beyazperdeye taşınan, fırtına tanrısı Thor’un serüvenlerindeki gibi. Örnekleri çoğaltmak mümkün; ne var ki bunların hiçbiri, bize “gerçek Kuzey kültürü ve tarihi” hakkında somut bilgi vermez, yalnızca kolay tüketilebilir pop tabletleri sunar.

Vikingler ve onların kendilerine özgü dünyalarına ilişkin tarihsel kaynakların çoğu, Kuzeyli olmayan halkların tarihçilerinin yazdıklarına yaslanıyor. Bunların hemen tümü de, Avrupa’nın Hıristiyanlaştığı dönemde kaleme alınan ve kurumsal dinin dışındaki inanç sistemlerini “pagan” ve “ilkel” olarak yansıtmaya eğilimli, Kilise güdümlü metinler. Aslında bu durum yalnızca İskandinav kültürünün değil, Hıristiyanlık öncesi inançların güçlü köklere ve geleneklere sahip olduğu, Kelt, Cermen ve Doğu Avrupa kültürlerinin de sorunu. Bu nedenle, Avrupa tarihinin oldukça önemli bir evresine ait bilgiler, sınırlı sayıdaki “nesnel” denebilecek belgenin yanında, iğneyle kuyu kazmayı andıran bir hızla son iki yüz yılda epey yol almış arkeolojik bulgular üzerine kurularak, ayakları üzerine oturtulmaya çalışılıyor.

Hakkında çok fazla pop kültür imgesi oluşturulmuş Kuzey mitolojisi, yukarıda saydığım nedenlere bağlı olarak, “kılıcın ve çeliğin” ağır bastığı bir savaşçılık bulutuyla sarılıp sarmalandı uzun süre. Gazabından ürkülen fırtına tanrıları, eril değerlerin yüceltildiği mit ve efsaneler, korku filmlerini aratmayacak dekorların önüne yerleştirilen devler, ürkütücü varlıklar ve güçlü savaşçı figürlerinin gölgelerinden ibaret sanıldı. İskandinav kültüründe “deniz akıncıları” ve eli baltalı figürlerin dışında kayda değer motif yokmuş gibi algılandı, savaşçı kavimlerin göçleri öncesinde o coğrafyada egemen olan bereket kültleri ve tanrıçalar daha az önemsendi. Oysa o mitoloji, aslında göçmenlerle yerleşiklerin kültür ve inançlarının yüzyıllara yayılmış karşılaşmasını içeriyor ve savaşın, eril değerlerin yanı sıra kendine özgü bir şiirselliği de içeriyordu. “Edda’lar” olarak bilinen geç dönem manzum eserlerinden tutun, “Volva” adı verilen Kuzeyli bilge kadın kültünün geleneklerine dek, dikkatle incelenmeyi hak eden çok fazla bileşen vardı İskandinav dünyasında.

Varoluş Ağacı, Tanrılar, Valhalla ve Ragnarok

Nasıl bir mitoloji ve inanç sistemi söz konusuydu peki Kuzey’de? Öncelikle evreni, kökü yeraltının derinliklerine uzanan, gövdesi yeryüzünde, tepedeki dalları da gökyüzünün yücelerine dek giden metaforik bir “ağaç” olarak görmeniz gerekir. “Yggdrasil” adı verilen bu “yaratılış ağacı”, minicik bir tohumdan filizlenip büyüyen evrenin, zamanı geldiğinde (tıpkı yaşlı bir ağaç gibi) kuruyup dağılacağı düşüncesinin, somutlaşmış halidir. Köklerin bulunduğu yeraltında ürkütücü varlıklar, bildiğimiz yaşamın hüküm sürdüğü gövde ya da “orta bölüm”de (Midgard) insanlar, gökyüzündeki yüceliklerinde de (Asgard) ilahi figürlerin yer aldığı bu sembolik model, varoluşun Kuzeyli zihnindeki yansımasıdır.

Tanrılar (Aesir), aslında evrenin belirleyici güçlerinin kişileştirilmiş halleridir ve onlar da “nihai bitiş” sırasında çözülüp dağılmaya yazgılıdırlar. Bu final, “Tanrıların Yazgısı” (Ragnarok) adı verilen, iyicil ve kötücül güçler arasındaki kaçınılmaz bir “son savaş” ile gelecektir. Tanrıların yöneticisi Odin, o güne hazırlanmak üzere, Asgard’daki özel bölgesi “Valhalla”da, ölen savaşçıları bir araya getirerek kendi ordusunu oluşturmaktadır. Sonucun yenilgi olacağı kesin olarak bilinse de, “Ragnarok” için Odin’in yanına, yani Valhalla’ya ulaşmak, her Viking’in özlemi ve onurudur.

Elbette İskandinav mitolojisi ve inanç sistemi, savaşçılığı öne çıkaran ve eril değerleri yüceltir görünen unsurlarla sınırlı değil. Tanrıçalar, Viking öncesi dönemden itibaren varlıklarını sürdürdükleri İskandinavya’da, mit ve ritüellerin de merkezinde yer bulmayı sürdürürler. Yerleşik yaşamın biricik koşulu tarım, bereket kültleri ve yaratımın sembolü tanrıçalarla Kuzey insanlarının yaşamında önemli bir yere sahiptir ki, bunlar arasında Cuma gününe de (Friday/Freitag) adını veren “Freya”yı mutlaka saymak gerekir. Hatta dişil ilahi figürleri, savaş temalarının bile içinde bulmak mümkündür: Tıpkı, savaşta ölenlerin ruhlarını Valhalla’ya taşımakla görevli periler, yani “Valkyrie”ler gibi.

Mevzu derin, kaynak az

Avrupa tarihinin bu hakkında az bilgiye sahip olunan ve çevresi pop masallarla örülmüş renkli kültürünü tanımak isteyenler için, kapsamlı ve doyurucu kaynaklar oldukça sınırlı sayıda. Hele Türkçe’de, bu alana ilgi duyan okurları tatmin edecek referans yapıtlarıyla çok seyrek karşılaşıyoruz. Bırakın Kuzey Avrupa’yı, bir kolu üç yüz yılı aşkın bir süre Anadolu’da varlığını sürdürmüş Keltler (buradaki adlarıyla “Galatlar”) hakkında bile Türkçe’ye çevrilmiş birkaç kitap bulabilirsiniz yalnızca. Bu anlamda, Alfa Yayınları’nın geçtiğimiz ay dilimize kazandırdığı “Viking Dünyası” adlı kallavi derleme, büyük bir boşluğu doldurduğu için oldukça önemli.

Editörlüğünü Aberdeen Üniversitesi’ndeki iki çok önemli İskandinav tarihi uzmanı olan Stefan Brink ve Neil Price’ın yaptığı bu derin çalışmaya, elliye yakın akademisyen, kapsamlı makaleleriyle katkıda bulunmuş. Viking öncesi İskandinavya’ya ait bulgulardan başlayıp, Kuzey’in tarihini tüm kesitleriyle birlikte sunan bu kitapta, meraklı ve öğrenmeye istekli okuru doyuracak hemen her şeyi bulmak mümkün. Elbette buna, Odin’i, Loki’si, Thor’u, Freya’sı ve Baldr’ıyla görkemli İskandinav mitolojisi ve Edda’lardan Voluspa’ya kadar Kuzey edebiyatı da dahil.

Kitabın orijinali, özellikle sosyal bilimler alanındaki zengin yayın yelpazesiyle saygı gören, İngiltere merkezli ünlü Routledge yayınevine ait. Bu anlamda, Viking Dünyası’nın başarılı ve çok isabetli bir editoryal seçimle Türkçe’ye kazandırıldığının altını çizmek gerek. Elbette, son derece özenli bir çalışmayla bu kapsamlı kitabı dilimize çeviren Ebru Kılıç’ın hakkını da teslim etmeliyim. “Viking Dünyası”, güvenilir kaynaklara açlık çeken tarih meraklısı okurların kitaplığında, çok önemli bir boşluğu doldurmaya aday.


İlk yayın: Vatan Kitap - 15 Mart 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder