24 Ekim 2015

Bilinçdışının derinliklerine büyüleyici bir yolculuk



Kırmızı Kitap / C.G. Jung / Çeviren: Orhan Gündüz / Kaknüs Yayınları


Elimin altında, daha sayfalarını çevirmeye başlamadan içimi keyifli bir heyecanla dolduran, kıpkırmızı kapaklı bir kitap var. Üzerinde, “Liber Novus” yazıyor; Latince’deki anlamıyla, “Yeni Kitap”. Yazarı, belki de yirminci yüzyılın en sıradışı, en cüretkâr ve en etkileyici düşünürlerinden Carl Gustav Jung. Deyiş yerindeyse “insan ruhunun derinlikleri”nde çıktığı ürpertici yolculuklarla psikoloji bilimine bambaşka boyutlar getirmiş; yapıtlarıyla yalnızca meslektaşlarını değil, modern dünyanın tüm entelektüellerini etkileyerek güçlü bir esin kaynağı olmuş, öncü bilim insanlarından biri. Varlığı sınırlı sayıda dostu ve meslektaşı tarafından bilinmesine karşın basımı ancak ölümünden 48 yıl sonra gerçekleşen bu önemli çalışması, henüz elyazması halindeyken kaplattığı cildinin renginden ötürü “Kırmızı Kitap” adıyla biliniyor.



Her ne kadar Latince’deki adı “Yeni Kitap” anlamına geliyorsa da, Jung’un kendi tuttuğu notlar ve çizimlerden oluşan bu gizemli yapıt, ünlü düşünürün en eski çalışmalarından biri aslında. 1913 ile 1930 yılları arasında, bizzat kendi üzerinde uyguladığı ve sonuçlarını özenle kaydettiği deneysel çalışmalarının samimi bir derlemesi olan Kırmızı Kitap, Jung’un daha sonraki yıllarda tüm kuramını üzerine oturttuğu bir “nüve” niteliği taşıyor. Söz konusu “deney”lere biraz sonra değineceğim; ama ilkin bu kadar önemli bir çalışmanın niçin bunca yıl günışığına çıkmadığıyla ilgili birkaç şey aktarmakta yarar var.

Jung, insan zihninin yapısı ve çalışma biçimleri üzerine  genelgeçer görüşlerin radikal biçimde dışına çıkan bu çalışmasını, 1913 yılında gördüğü bir dizi sarsıcı rüyanın da etkisiyle, kendi çalışmalarına yol gösterecek bir rehber olarak düşünmüş ve elyazmalarını da bu düşünceyle hazırlamıştı. Yaklaşık on yedi yıllık uzun ve yıpratıcı bir sürenin sonunda notlarını bölümler halinde düzenleyip ciltlettikten sonra, yalnızca karısı ve sınırlı sayıdaki dostuyla paylaştı ve onların görüşlerine başvurdu. İlk taslağı elden geçirdi, düzeltmeler, ekleme ve çıkarmalar yaptı ama hiçbir zaman “yayımlanmaya hazır” hale getirmeden, kitaplığının özel raflarından birine yerleştirip, “yıllanmaya” bıraktı. Kırmızı Kitap’ın içeriğini oluşturan çalışmalarından alacağını almış, bütün kuramını bunlar üzerine kurmaya başlamıştı zaten ve 1930’dan sonra tüm zamanını, insan zihni, bilinç, bilinçdışı kavramları üzerine tezlerini formüle etmeye adadı. Kendi deyişiyle tüm düşüncelerinin temelini oluşturan ana bileşenler Kırmızı Kitap’ın sayfaları arasındaydı ama yaşadığı süre içinde bunu yayımlama girişiminde bulunmadı.

1961 yılında, Jung’un ölümünün ardından varisleri tarafından bir kiralık kasaya yerleştirilen ve yalnızca aile üyeleri için hazırlanmış birkaç fotokopisi çıkarılan bu önemli yapıt, zaman içinde bir tür tuhaf “korumacılık” sarmalının içine alındı ve öğrencileri, meslektaşları tarafından varlığı bilinmesine karşın, varisleri yayımlanması için herhangi bir adım atmadı. Sanki bir “tabu” haline gelmişti kitap ve “Jung bunun yayımlanmasını istemiyordu” yolunda görüşler ağır basmaya başlamıştı. Oysa durum pek de böyle değildi aslında. Elyazmalarında çoğu bölüm, “okuması beklenen” dostlara gönderme ve hitaplar içeriyordu ve Jung’un kitabın basımıyla ilgili böyle bir engelleme koyduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktu. Editörlerin deyişiyle, “ucunu açık bırakmıştı”.

1999’dan itibaren Jung’un Varisleri Derneği, Kırmızı Kitap’ın yayımlanması yolunda giderek yoğunlaşan talep ve baskıları dikkate almaya başladı. Bir heyet oluşturularak konu üzerinde uzun uzun tartışıldı ve nihayet bir “Jung bilirkişisi” diyebileceğimiz Sonu Shamdasani’nin editörlüğünde el yazmalarının yayına hazırlanmasına karar verildi. Shamdasani’ye, her biri konularında uzman çok sayıda bilim insanı da katkıda bulundu ve nihayet bu gizemli yapıt, 2009 yılında “The Red Book – Kırmızı Kitap” adıyla basıldı. O denli büyük bir heyecan yaratmıştı ki kitabın yayımlanması, elektronik kitap satışının öncülerinden Amazon’un web sitesinde aylar önce başlayan ön sipariş sırasında neredeyse “izdiham” yaşanmıştı. O dönemde Kırmızı Kitap’ın orijinaline ulaştığımda duyduğum heyecanı unutmam mümkün değil. Sayfaları arasında gezinmeye başladığım anda, Jung’un o benzersiz “bilinçdışı labirentleri”nde kaybolup, zamanı unutuyordum neredeyse. Bu önemli yapıt, İngilizce basımının üzerinden altı yıl geçtikten sonra nihayet dilimize de aktarıldı ve Kaknüs Yayınları tarafından, Orhan Gündüz’ün çevirisi ve “Kırmızı Kitap” adıyla okura ulaştırıldı.

Rüyalar ve vizyonlar

Peki yıllarca Jung okurunun mahrum edildiği bu gizemli elyazmaları neyi anlatıyor? Ünlü düşünürün bizzat kendi zihni ve bilinçdışı üzerinde uyguladığı uzun ve zorlu deneylerin notları olduğundan söz etmiştim yazının girişinde. Bu deneyler, “insan ruhu” olarak adlandırdığı olgunun tüm katmanları ve tüm derinliği içinde gizli olan işleyiş biçimini kavrayabilmek amacıyla, Jung’un gerçekleştirdiği bir dizi “kurgulanmış vizyon” çalışmasını içeriyordu. Zihnini ve imgelemini çok iyi izleyebilme ve yönlendirebilme yeteneğine sahip olduğu su götürmez olan Jung, tasarladığı ve yönünü belirlediği, ancak akışını olabildiğince serbest bıraktığı bu vizyon deneyleri sırasında kendi ruhunun derinliklerine inerek, onun “çalışma biçimiyle” ilgili elle tutulur sonuçlara ulaşmaya çalışmıştı. Tek başına gerçekleştirdiği bu zihin yoğunlaştırma çalışmalarının her birinde yaşadığı deneyimleri de, olanca içtenliğiyle kayda geçirmişti yıllar boyunca. Bu notların dökümü, yaptığı zorlu “içsel yolculuğun” ayrıntılı bir haritasını oluştururken, kendi zihinsel süreçleri üzerinden ulaştığı “insan ruhunun derinlikleri” üzerine de anlaşılabilir ve kategorize edilebilir bir analiz malzemesi sağlıyordu.

Kendinizi fiziksel bir mekânda olabildiğince yalıtıp, uzun saatler boyunca, bir dizi “tasarlanmış fantezi”yi zihninizde canlandırmaya çalıştığınızı düşünürseniz, Jung’un yaptığı bu içsel yolculuğun ne kadar zorlu bir deneyim olduğunu da fark edebilirsiniz. Medyumların zihinlerini boşaltıp ilgilerini yoğunlaştırabilmek için gerçekleştirdiği “transa geçme” seanslarına benzer bir süreci kendi üzerinde uygulayan Jung, sanki “gerçekmişçesine” içinde yaşadığı bu tuhaf ve çözümlenmesi güç vizyonları, yıllar boyunca tüm ayrıntılarını dikkate alarak kayda geçirmeye çalışmıştı.

Elbette, bu noktada iki soru akla geliyor: Birincisi, Jung’un niçin, neyin etkisiyle ve hangi amaçla böyle bir çalışmaya başladığı. İkincisiyse, kurguladığı vizyonları için nasıl “başlangıç noktaları” seçtiği ve referanslarını hangi kaynaklardan aldığı.

Kolektif bilinçdışı

1913 yılından başlayarak Jung, onu fazlasıyla derinden etkileyen, hatta deyiş yerindeyse “dehşete düşüren” bir dizi rüya görmüştü. Rüyaların genel karakteristiğine uygun olarak, izlenmesi güç ve semboller üzerinden anlatılan, ürpertici “mesaj”lar yer aldığına inanmıştı bunlarda. Ayrıntılara uzun uzun girmeyelim ama söz konusu rüyalarda kuzeyden başlayıp tüm dünyayı kaplayan kan denizleri, birbiri üzerine yığılmış cesetler, katledilen folklorik kahramanlar gibi motifler yer alıyordu. İnsan zihninin katmanlarını ve işleyiş biçimini incelerken, sembollerin “paylaşılan” unsurlar olarak kolektif bir nitelik taşıdığını fark eden Jung, gördüğü rüyalarda bu semboller aracılığıyla tetiklenen sezgilerinin, “geleceğe ilişkin” ipuçları taşıdığını da düşünmekteydi. Üzerlerinde düşünüp deşifre etmeye çalıştığında, rüyalarının “yaklaşan bir toplu yıkıma” ilişkin bir tür alarm verdiğinden kaygılanıyordu. 1914 yılı boyunca da aralıklarla devam eden bu rüyaları, aynı yılın ağustos ayında Birinci Dünya Savaşı başlayınca daha da ciddiye aldı ve karşılaştığı semboller ve “kolektif unsurlar” üzerine daha yoğun çalışma kararı aldı.

Vizyon ve görüleriyle ilgili deneylere başlarken kullandığı referans ve bunları devşirdiği kaynaklarsa, doğal olarak insanoğlunun ortak kültürel birikiminin parçaları olan inanç sistemlerinden, mitolojiden, folklorik kaynaklardan, kutsal metinlerdeki metaforlardan oluşuyordu. Bilinçdışının farklı alanları içerdiğini düşünen Jung’a göre, zamandan ve mekandan bağımsız olarak insan türünün tüm bireyleri tarafından paylaşılan sembol ve “arketiplerin” temel taşını oluşturduğu bir “kolektif alan” vardı ki, bunun yansımalarını çağlar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılan mit ve söylencelerde izleyebilmek mümkündü. Kendi geçmiş deneyimlerimiz, unutulmuş ya da bastırılmış anılarımızdan oluşan “kişisel bilinçdışı”nın yanı sıra, bu niteliklere sahip bir “ortak bilinçdışı”nı da paylaşıyorduk.  İzleri ve etkileri de, kendini en çok rüyalarımızda ortaya koyuyordu.

İşte bu temel yaklaşımlardan yola çıkan Jung, Kırmızı Kitap’ta dökümü yer alan deneylerini kurgulamak için, dinler ve mitolojilerde ya da folklorik kaynaklarda yer alan “temel arketipler”den, yani “tipik insan deneyimini yansıtan düşünce kalıplarından” yararlandı ve ana hatlarıyla planlanmış bir içsel yolculuğu yaşama geçirdi. “Trans” aşamalarından itibaren serbest akış içinde yaşadığı vizyonlara İncil’deki Yuhanna gospelindeki Yeşaya ve Salome gibi figürlerle başladı, Cermen folklorundaki kahraman Siegfried’e uzandı, Eski Mısır inanç sistemindeki Güneş yolculuğu ve Scarab figürleriyle devam etti, “kuyruğunu yutan yılan” Ouroboros’tan, Ana Tanrıça kültlerinin temel sembollerine ve Mithra kültünün gizemlerine dek birçok unsur üzerinde yoğunlaştı.

Anlatıların her biri, o vizyondaki temel karakterler ve arketiplerle doğrudan etkileşimi ve metaforlarla sarmalanmış diyalogları da içeriyordu. Her bir deney, her bir süreç, Jung’un hem kendi ruhunun derinliklerinde, hem de insanlığın ortak bilinçdışındaki düzenlenmiş gezilere karşılık gelmekteydi bir bakıma. Bu anlamda, Kırmızı Kitap’a “insan ruhunun labirentlerini anlatan bir seyahatname” demek de mümkün. New York Times’da kitapla ilgili yazılan bir makalede, “bilinçdışının Kutsal Kâse’si” yakıştırması yapılmıştı ki, bence gayet yerinde bir niteleme bu.

Hemen belirtmek gerek ki, kolay okunan bir yapıt değil Kırmızı Kitap. Her şeyden önce Jung düşüncesinin anahatları üzerine temel bilgi sahibi olmak ve literatüre onun kattığı kavramları tanımak gerekiyor. Elbette, dinsel metinler, mitoloji ve semboller üzerine ön bilginin de Kırmızı Kitap’ın akışını rahat izleyebilmede büyük katkı sağlayacağı aşikâr. Çağın en önemli düşünürlerinden birinin, tüm kuramlarına temel oluşturan bu kitap, her entelektüelin kitaplığında mutlaka yer almalı.


İlk yayın: Vatan Kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder