Baskısı tükenen ama okurlar tarafından sık sık sorulan kitaplarımı Google Books'a taşıma süreci devam ediyor. Seni Tılsımlar Korur ve Günbatımı Fandango'nun ardından, bu hafta Diren Aklım da e-book olarak yayımlandı. Basılı versiyonu 2013 Eylül'ünde okurlarla buluşan roman için, "Gezi'nin hikâyesi" diyebiliriz. 2013 Mayıs'ının ilk haftasında başlayan olay örgüsü, dört farklı karakterin iç içe geçmiş sarmal anlatımlarıyla ülkenin o günlerdeki atmosferini tanıklıklar üzerinden giderek ayrıntılarıyla dillendiriyor. Bir anlamda, tarihe not düşmek için yazdığım bu roman, daha sonraki Tavuskuşu Güncesi'nin de öncülü niteliği taşıyordu. Yukarıdaki kapak resmine ya da buraya tıklayarak Google Books'tan satın alabilirsiniz.
Kitap Tanıtımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap Tanıtımı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
02 Nisan 2024
10 Mart 2024
Romanlarım Google Books, Kobo ve Lulu Bookstore'da!
Geçtiğimiz eylül ayında, baskısı tükenen kitaplarımın e-book platformuna taşınacağını twitter hesabımdan duyurmuştum. Sonbahardan itibaren yaşadığım sağlık sorunları nedeniyle hem bu projem hem de atölye ve seminerlerim, zorunlu olarak bir süre ertelendi. Yazarlık Atölyesi gruplarım nisan sonunda devreye girecek; seminerler için de mayıs ayında start vereceğim. Ama Seni Tılsımlar Korur ve Günbatımı Fandango'nun e-book versiyonları, geçtiğimiz ay çeşitli platformlarda satışa çıktı - nihayet 😊. Böylelikle, bu kitaplarımı bulamadığından yakınan okurlarım için de bir seçenek oluşturmuş oluyorum. İsteyenler PDF olarak Google Books'tan, isteyenler de EPUB formatında Lulu Bookstore'dan her ikisini de edinebilirler. Detaylar ve linkler yazının devamında 👉
14 Mart 2021
Tavuskuşu Güncesi - son teaser
Tavuskuşu Güncesi için Doğan Kitap tarafından hazırlanan tanıtım videosunu da buraya bırakıyorum.
05 Haziran 2020
Tavuskuşu Güncesi: Bir romanın özgeçmişi
Yazılması aralıklarla yaklaşık beş yıl sürdü Tavuskuşu Güncesi'nin; yayımlanması da aşağı yukarı iki yılı bulan bir bekleyişin ardından gerçekleşiyor. (Ben bu son evreye, "demlenme süreci" demeyi seçiyorum.) Kitabın okurla buluşmaya hazırlandığı şu günlerde, arka planda yaşananları ve avukat Metin'in sıradışı serüvenine giden süreci kısaca özetlemek istedim. Muhtemelen, daha sonra buna pek vaktim olmayacak.
03 Haziran 2020
Tavuskuşu Güncesi - İlk "teaser"
Evet, bir hayli uzun bir bekleyiş oldu ama yeni romanım "Tavuskuşu Güncesi", okurla buluşmak için günleri sayıyor artık. Haziran'ın ikinci yarısında, Doğan Kitap etiketiyle tüm kitapçı ve online satış sitelerinde olacak. Yazılması 5 yıl, yayımlanması da iki yıla yakın süren bu romanla ilgili birçok ayrıntıyı ilerleyen günlerde bol bol buradan paylaşacağım elbette. Şimdilik sadece, dün gece itibarıyla sosyal medyada paylaşmaya başladığım, romanla ilgili ilk kısa "teaser" ile baş başa bırakıyorum sizleri. Az kaldı, az. Gerçekten çok az kaldı :)
14 Aralık 2018
İnsan soyunun geldiği noktaya postmodern bir ağıt
Altın Ev / Salman
Rushdie / Çev: Begüm Kovulmaz / Can Yayınları
Salman Rushdie, hiç kuşkusuz modern dönemin en etkili hikâye
anlatıcılarından biri. Yola çıkmadan önce neyi anlatacağını çok iyi biliyor ve
yoldayken de bunu nasıl anlatacağı üzerine uzun uzadıya kafa yorup, alışılmış
kalıpları elinin tersiyle bir kenara iten çok parçalı tekniklerle okura her
sayfada, her paragrafta, her cümlede benzersiz keyifler sunmayı başarabiliyor.
Amerika'da yayımlanışından bir yıl kadar sonra Türkçe'ye çevrilen ve geçtiğimiz
sonbaharda okura ulaşan son romanı "Altın Ev" için de geçerli bu
durum. Ne var ki, bu kez hem tarz hem de dil olarak alışılmıştan hayli farklı
bir Rushdie anlatısıyla karşı karşıyayız. İçeriği ve vurguları açısından belki
de "insan soyunun geldiği noktaya postmodern bir ağıt" da
diyebileceğimiz bu roman, yazarın o çok yatkın olduğu büyülü ve masalsı dokuyu
(muhtemelen bu seferlik) bir kenara bırakıp, biraz "tekinsiz" bir
gerçekçiliğe yelken açıyor.
29 Kasım 2018
Midgard'dan Valhalla'ya, Kuzey Mitleri
Çok değil, daha bundan on beş yıl öncesine dek, kadim
uygarlıkların kültürel tarihi ve mitolojileri üzerine kitapçılarda
bulabileceğiniz türkçe kaynakların sayısı, iki elin parmaklarını geçmezdi. Eski
Yunan ve Roma söz konusu olduğunda şansınız biraz daha artıyor görünürdü belki
ama onlar da birkaç beylik referans kitabıyla sınırlıydı genellikle. Eski Mısır
ya da Hint uygarlığıyla ilgili bir iki kitaba rastlıyorsanız, kendinizi şanslı
saymalıydınız. Ama kadim Kelt, Cermen ya da İskandinav kültürleri söz konusu
olduğunda yayın dünyamız bir çölden farksızdı. Çaresizce, uluslararası
kaynaklara yöneliyor ve yurtdışından Amazon ya da Barnes&Noble marifetiyle,
yüklü kargo maliyetlerini de göze alarak kitap sipariş ediyorduk. Yabancı dil
bilmeyenler içinse, böyle bir olanak da yoktu.
Neyse ki bu görüntü, özellikle son on yılda hatırı sayılır biçimde değişmeye
başladı. Mitoloji ve kadim tarih alanında, bundan kısa bir süre öncesine dek hayalini
bile kuramayacağımız kadar çok kitap türkçeye çevrilip birer birer
yayımlanırken, henüz çok tatmin edici düzeyde olmasa da, meraklı okuru hoşnut
edecek bir yelpaze de oluştu zaman içinde. Geçenlerde Snorri Sturluson'un sekiz
yüz yıllık Kuzey mitleri derlemesi (Edda'lar) "Viking Mitolojisi"
adıyla yayımlanınca, İskandinav kültürüne ilgi duyan okurlar için küçük bir
seçki yapıp, erişilebilir yeni kaynakları listelemeye karar verdim. Kapsamlı
bir kitap tanıtım yazısı değil elbette; sadece, konuya ilgi duyanların kolayca
göz atabilecekleri kısa bir liste bu. Vakit buldukça, Antik Yunan, Roma, Eski
Mısır ve Yakındoğu'yla ilgili kaynakları da zaman zaman blog'uma eklemeyi
planlıyorum. Böylelikle, epeydir sessiz kalan bu sayfayı da biraz daha işlevsel
hale getirebilirim belki.
19 Ocak 2018
Papirüsten parşömene
Antikçağda Kitap / Horst Blanck / Çev: Zehra Aksu Yılmazer /
ALFA
Bizim günlük konuşmalarda bazen kısaca "yazının ortaya
çıkışı" deyip geçtiğimiz büyük dönüşüm, belki de insan uygarlığının
izlediği seyirdeki en kritik kilometre taşını oluşturuyordu. Duygu ve
düşüncelerin ortak bir sesler sistemiyle iletilebilir hale gelmesini sağlayan
"dil", eğer bu uygarlık macerasında ilk büyük adımsa, o seslerin yine
ortak bir işaret sistemiyle kaydedilebilir hale gelmesi de ikinci büyük adımdı
elbette. O kadar keskin bir dönüm noktası oluşturdu ki insanlık tarihinde,
yazının keşfinden öncesine "tarih öncesi", yazının kullanımından
sonrasına da "tarih çağları" demeye başladık. Üstelik, çok da uzak
bir geçmişe ait değildi bu dönüm noktası; yazı olarak kabul edilebilecek ilk
sistemlerin ortaya çıkışı, günümüzden en fazla beşbin beş yüz yıl önceye
gidiyor. Yazının üzerine kaydedildiği malzemelerin "taşınabilir" hale
gelmesiyle birlikte "kitap" kavramının ortaya çıkışı, daha da yeni;
günümüzden yaklaşık üç bin yıl öncesi. Modern insana en yakın ortak atanın
günümüzden iki buçuk milyon yıl önce yaşadığını dikkate alırsak, bu çok da uzak
bir tarih değil. Basit bir
ölçeklendirmeye başvurarak şematik bir benzetme yapalım: Eğer sadece son bir
yıldır bu gezegende yaşıyorsak, yazıyı da birkaç dakika önce keşfetmişiz gibi
bir şey, yani.
10 Aralık 2017
Tolkien'den Kalevala'ya nazire
Kullervo'nun Hikâyesi / J.R.R. Tolkien / Çev: Çiğdem Erkal /
İthaki
İskandinavya'nın kenarlarında yüzlerce yıl sessiz sedasız
bir eklenti gibi varlığını sürdüren Finlandiya'nın, bütünüyle kendine özgü bir
mitolojiye sahip olduğu, 1830'ların ortalarına dek fazla bilinmedi. Uzun süre
İsveç ve Rusya arasında "paylaşım unsuru" haline gelen bu ilginç
kuzey ülkesi, bağımsızlığını ancak Rusya'daki Ekim Devrimi sonrasında, 1917'de
elde etmişti ama ulusal duyguların uyanışı ve Fin topraklarının kendine özgü
kültürüyle ilgili arayışlar on dokuzuncu yüzyılda iyice hızını almıştı.
Botanikçi, doktor, dilbilimci ve şair Elias Lönnrot, ülkenin değişik
bölgelerini tek tek ziyaret edip sözlü gelenekte yer alan efsane ve hikâyeleri
1835'te bütünlüklü bir metin halinde bir araya getirdiğinde, ortaya çıkan epik
manzum külliyat büyük yankı yaratmıştı. Lönnrot'un "Kalevala"
(Kahramanlar Ülkesi) adıyla yayımladığı bu derleme, izleyen yıllarda eklemeler
ve revizyonlarla son haline getirildi ve Fin tarihinin en büyük edebi yapıtı
dünyaya tanıtılmış oldu. Evrenin yaratılışı ve insanın yeryüzüne yayılışıyla
başlayıp, karanlık ormanlardaki krallıkları, kahramanların serüvenlerini,
aşkları ve savaşları anlatan bu kapsamlı külliyat, aşağı yukarı 22 bin dizeden
oluşuyor ve gruplar halinde bir araya gelmiş 50 şarkıya yayılıyordu.
14 Kasım 2017
Elli yıldır başucu kaynağı
Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi / Mircea Eliade / Çev:
Ali Berktay / ALFA
Mitoloji ve inanç sistemleriyle yakından ilgilenenler için
Mircea Eliade adının çok şey ifade ettiğini söylemeye gerek yok. Romen düşünür,
oluşturduğu temel başvuru kaynakları serisiyle, on yıllardır bu alanda
araştırma yapmak isteyenlerin kitaplıklarında vazgeçilmez bir yer işgal ediyor.
"Kutsalın yapısı" ve mit sistemlerini "giriş" düzeyinde ele
almaya çalışan "Dinler Tarihine Giriş" ve daha ayrıntılı düzeyde
inanç sistemlerini karşılaştırmalı olarak görmek isteyenler için yazılmış üç
ciltlik "Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi", hiç kuşkusuz
Eliade'nin imzasını taşıyan başvuru kaynakları arasında en çok ilgi görenler.
Yaklaşık elli yıldır insanoğlunun spiritüel yapısının izini sürmek isteyen okur
ve araştırmacılardan eksilmeyen bir ilgi gören bu kitapların Türkçe baskıları
tükenmişti ve epeydir bulunamıyordu. Bu ay, ALFA tarafından yeniden basılarak kitapçı
vitrinlerindeki yerini aldı.
Dinleri sarsacak buluş ve sansasyonel cinayet
Başlangıç / Dan Brown / Çev: Petek Demir İncek / Altın
Kitaplar
Amerikalı gizem/gerilim romanları yazarı Dan Brown,
"Cehennem"in (Inferno) üzerinden dört yıl geçtikten sonra yeniden
klavyesinin başına oturmuş ve en iyi yaptığı şeyi yineleyerek, merak duygusunu
sürekli canlı tutan, entrikalarla örülü, yüksek tempolu bir roman çıkarmış
ortaya. Bunu yaparken de, yirmi yıldır titizlikle bağlı kaldığı alışılmış kurgu
şablonlarını bir kez daha devreye sokmuş: Yine yirmi dört saat içinde tırmanıp
sonuçlanan bir gerilim, tarihin derinliklerinden dikkatle derlenmiş malzemeler,
Katolik kilisesinin çevresinde dönüp duran tedirgin edici entrikalar, kaderi
sorgulanmaya başlamış bir monarşinin içsel bunalımları ve elbette tüm bu
gizemlerin merkezinde de dinsel semboller uzmanı Profesör Robert Langdon'ın
zengin bilgi dağarcığı ve keskin zekası. Agatha Christie'nin vazgeçilmezi
Hercules Poirot, Sir Conan Doyle'un dahi dedektifi Sherlock Holmes ya da Paul
Simenon'un ünlü komiser Maigret'i gibi, Dan Brown'ın da bütün romanlarında
kullandığı (belki biraz kendisiyle de özdeşleşen) karizmatik Langdon,
"Başlangıç" (Origin) adlı bu son romanda da, derin ve üzeri katmerli
bilmecelerle örtülmüş şifreleri çözmeye çalışıyor.
23 Ekim 2017
William'ın Fırtına'sı, Margaret'in Kasırgası
Cadı Tohumu / Margaret
Atwood / Çev: Canan Sılay / Doğan Kitap
Bundan beş yıl kadar önce Penguin grubuna bağlı Hogart
yayınevi, İngiliz dilinin gelmiş geçmiş en büyük yazarı kabul edilen William Shakespeare'in
yapıtlarını günümüzün ünlü yazarlarına "yeniden yazdırarak" farklı ve
ilgi çekici bir projeyi hayata geçirmeye karar verdi. Yapılması beklenen
"zor görev", dört yüz yıldır dünyanın her yerinde milyonlarca kez
okunmuş bu iyi bilinen klasikler için, günümüz kültürünün üzerinde birer "izdüşüm"
yaratmaktı. Bugünün dünyasında yaşayan Shakespeare karakterleri, aynı
serüvenleri farklı bir anlatımla yeniden adımlamış olacaktı böylece. Howard
Jacobson "Venedik Taciri"ni;
Tracy Chevalier "Othello"yu; Gillian Flynn
"Hamlet"i; Jo Nesbo "Macbeth"i ve Edward St Aubyn
"Kral Lear"ı seçerek, yeniden yaratım sürecini başlattı.
24 Ağustos 2017
Ergenlere "Mitoloji 101 - Lite"
Gençler İçin Yunan Mitleri / Ingrid & Edgar Parin
D’aulaire / Çev: Abdullah Yılmaz / ALFA
Mitolojiye ilgi duyanları hoşnut edecek kitap sayısı ve
çeşitliliği konusundaki yetersizlik üzerine fazla bir şey söylemeye gerek yok.
Son on yıl içinde birbiri ardına yayımlanan genel referans kitapları ya da
spesifik alanlara yönelik incelemelerle birlikte bu eksiklik yavaş yavaş
giderilse de, yayın dünyasında özellikle gençlere yönelik mitoloji kitaplarıyla
ilgili hâlâ ciddi bir boşluk var. Üzerinde yaşadığımız toprakların Sümer,
Hitit, Frig, Yunan ve Roma mitolojilerini yaratan halklara binyıllarca ev
sahipliği yaptığı düşünülünce, bugünkü Anadolu sakinlerinin bu muazzam
birikimden bu kadar az yararlandıklarını görmek şaşırtıcı geliyor insana. Daha
bundan yirmi yıl öncesine dek, mitoloji dendiğinde akla yalnızca Yunan
mitlerinin gelmesi ve buna rağmen bu konuda bile oldukça az Türkçe kaynağa
rastlanması, belki biraz da toplumun kadim uygarlıklardan aktarılan kültüre
karşı anlaşılması güç ilgisizliğinden kaynaklanıyor olabilir. Yine de
yayınevleri, istikrarlı bir çabayla eldeki literatürü genişletmeye ve kitap
sayısını artırmaya çalışıyorlar bir süredir.
26 Temmuz 2017
Amerikan Tanrıları'na "epilog" niyetine...
Neil Gaiman / Vadinin Hükümdarı / Çev: Zeynep Heyzen Ateş /
İthaki
Neil Gaiman, yola ilk çıktığı andan itibaren tercihini
“garip, ürpertici ve tekinsiz” hikâyelerden yana kullanan, tümüyle kendine özgü
bir yazar. Bir tür “modern zamanlar mitolojisi”nin dağınık ve birbirinden
bağımsız parçaları olarak adlandırılabilecek öykü ve romanları, yirmi birinci
yüzyıl insanının yalnızlık ve tedirginliğine hitap etmeyi bilen, alternatif bir
“spiritüel kulvar” oluşturuyor uzun zamandır.
Bilimkurgu, fantezi ya da gerilim gibi beylik kategoriler içine
yerleştiremeyeceğimiz değişken ve çok yönlü anlatıcılığını, “inandırıcılık”
gibi bir kaygı gütmeksizin “inanılmazı anlatarak” sürdürüyor. Dünyanın değişik
ülkelerinden, farklı kültürlere ait milyonlarca okuru da onu bu özelliğiyle
sevip benimsiyor zaten. Stephen King,
“Basitçe söylemek gerekirse Neil Gaiman, zengin bir hikâye evi,” diyor, “Ve ona
sahip olduğumuz için şanslıyız.” Gerilim türünün ustalarından Clive Barker ise
onun hikâyelerinin bir mutfak şefinin özenle hazırladığı düğün pastasına
benzediğini söyleyip ekliyor: “Ama çok katmanlı ve her bir parçasında acıdan
tatlıya birçok farklı lezzeti uyum içinde sunan bir pasta bu.”
Ahriman'dan Lucifer'e, şeytan kavramının izleri
Şeytanın Genel Tarihi / Gerald Messadie / Çev: Işık Ergüden
/ Epsilon
Aşağı yukarı 1600 yıldır mutlak kötülüğün ruhani temsilcisi
olarak, hem dinsel hem de popüler kültürün merkezine yerleşen Şeytan gibi
figürün izlerini sürmek, ilk bakışta kolay gibi görünebilir. Okuduğunuz çizgi
romanlarda, izlediğiniz filmlerde, dinlediğiniz şarkılarda sık sık ve en tipik
görünümleriyle karşımıza çıkan bir “kavramsal kahraman”la ilgili, yüzlerce
ipucu ve ayrıntı yakalayarak, derli toplu bir tarih elde edeceğinizi varsayabilirsiniz.
Genellikle koyu kırmızı renklere bürünmüş bedeni, başının üzerindeki sivri
boynuzları ve keçi ayaklarıyla her köşe başından göz kırpmaktadır neredeyse
size. Kimi zaman Doktor Faust’un ruhuna ipotek koyan Mephisto’dur, kimi zaman
“The Exorcist” filmindeki gibi ruhları gasp eden dehşet verici bir varlık.
Günlük konuşmalarımızda adı sık sık anılır, kulağı çınlatılır; bazen de
“kulağına kurşun” akıtılır. Kimileri şanssızlığını yenip onun “bacağını
kırmıştır” sözgelimi; kimileri de o denli hilekar ve oyunbazdır ki, ona
“papucunu ters giydirir.” Yaşanan, yaşatılan, maruz kalınan kötülüklerin
faturası genellikle ona kesilir: “Şeytan’a uyulur”, hata yapılır. Bazen “Şeytan diyor ki” kalıbıyla başlayan
cümlelerde, aklımızdan geçen ama yapmaktan kendimizi alıkoyduğumuz eylemlerle
ilgili olarak onun “mentor” kimliğinden söz ederiz. Aldatır, kışkırtır, yoldan
çıkarır, tongaya düşürür.
Maji'nin karşı konulmaz cazibesi
Ortaçağda Büyü / Richard Kieckhefer / Çev: Zarife Biliz /
ALFA
Bilimkurgu dünyasının öncü isimlerinden Arthur C. Clarke,
“Büyü, henüz anlamayı beceremediğimiz bilimdir,” diyor. Benzeri yorumlar,
modern çağın açık fikirli çoğu düşünürünce de yinelenir sürekli. Bugün büyü
diye nitelenen eylem ya da deneylerin yarının bilimi olmayacağını kim
söyleyebilir ki? Binlerce kilometre uzaktaki insanlarla haberleşebildiğini
söyleyen birine, bundan yüz elli yıl kadar önce “büyücü” yakıştırması
yapılabilirdi ancak. Bu bakışa göre Guiglielmo Marconi de, John Logie Baird de,
Alexander Graham Bell de birer büyücüydü. Mum ya da kandile gerek kalmaksızın
her yeri aydınlatacak bir ışık kaynağının peşine düşecek birine, Ortaçağ’da
büyücü ya da “cadı” suçlaması getirilir; muhtemelen de kısa bir engizisyon
oturumunun ardından yakılarak ölüme mahkum edilirdi. Oysa yüz yıldan uzun bir
süredir Thomas Alva Edison adlı büyücünün icat ettiği nesnelerle aydınlanıyor
ve bunu “büyü” olarak adlandırmıyoruz. Örnekleri çoğaltarak işi uzay
mekiklerine, bilgisayarlara ya da nano teknolojinin kullanıldığı tıbbi alanlara
dek götürmenin alemi yok. Anafikir belli: Bugün hayatımızın içinde olan araç,
ürün ve hizmetlerin çok büyük bir bölümü, bir zamanlar ancak “büyü” olarak
adlandırılabilirdi. Bunları geliştiren ya da kullanan kişilere de muhtemelen
korkuyla karışık bir öfkeyle bakılırdı. “Büyü ve cadılık tarihi” başlığı
altında kategorize edilen dönemin tipik özelliği de bu korku ve öfkenin
ardındaki ideolojik, cinsiyetçi, sınıfsal ve elbette dinsel kaygılardı.
Roma’nın Haliç kıyılarında noktalanan hikâyesi
Bizans’ın Son Yüzyılları, 1261 – 1453 / Donald M. Nicol /
Çev: Bilge Umar / İş Bankası Yayınları
Bu coğrafyada yaşayan insanların pek azının Bizans tarihine
gerçek anlamda ilgi duyması, kolay anlaşılır bir şey değil. Yurt bildiğimiz
topraklar üzerinde en uzun süre hükümranlık yaşamış köklü bir geleneğin
izlerini sürmeye, dünyanın diğer yerlerinde yaşayan insanlara göre daha istekli
ve daha yatkın olmamız beklenebilirdi. Ne var ki bizim buralarda tarih dendiğinde
çoğu kez mitoslarla sarmalanmış bir “muhteşem padişahlar destanı” anlaşılır
daha çok. Hamaset her şeyin önünde gittiği için de “ecdad öncesi” döneme
yalnızca beylik şablonlar ve kemikleşmiş önyargılarla yaklaşılır. Bu nedenle,
bu topraklarda Bizans dendiğinde “entrika, zulüm, şatafat” çağrışımı yankılanır
zihinlerde ve ortak tarihimizin en büyük parçalarından birini oluşturan
devletin gündelik konuşmalardaki lakabı hemen her zaman “kahpe Bizans”dır.
Okumadan, bilmeden, üzerine fazla düşünmeden, birkaç kuru sıfatın arasına
sıkıştırıveririz, Roma’nın Anadolu ve Balkanlar’daki uzantısını. Zihinlerdeki
kronolojilere yalnızca 1071 ve 1453 yılları için not düşülmüş, gerisi bir
kenara bırakılmıştır.
Bir tuhaf ikilinin kesişen yolları
Bugün Hayattayız Ya / Emmanuelle Pirotte / Çev: Bahadırhan
Bozkurt / HEP Kitap
Akıl ve sağduyu hepten yok olmuşçasına, tüm dünya
insanlarının neredeyse tüm coğrafyalarda birbirini öldürmeye çalıştığı şu
“büyük savaş”ların insan ruhu üzerinde nasıl yıpratıcı, hatta lime lime edici
bir etki yarattığı bir sır değil. Ardındaki “motivasyon kaynağı” ne olursa
olsun, belli ittifak grupları altında birleşmiş farklı uluslara ait insanların
birbirlerini anlaşılması güç bir hırsla, neredeyse topyekün yok etmeye karar
vermiş gibi acımasızlaşması, modern dönemde psikolog ve toplumbilimcilerin
üzerine en çok kafa yorduğu konulardan biri. Sadece onlar değil elbette;
edebiyatçılar ve sinema endüstrisinin yaratıcı ekiplerinde çalışanlar için de,
şiddetin şahikasının yaşandığı, kâbusa benzeyen bu dönemler, ürpertici esin
kaynağı oldu diyebiliriz. Yanızca İkinci Dünya Savaşı ve onun insanlar
üzerindeki etkilerini konu alan yüzlerce hikâye ve film senaryosunun bunca ilgi
görmesi bile, savaş kavramının zihinlerimizi (ve ruhumuzun derinliklerini)
nasıl sarstığının göstergelerinden biri.
Nilgün'den yadigâr defterler
Nilgün Marmara / Defterler / Everest
Elimdeki kitabın sayfalarını birbiri ardına çevirirken,
giderek daha rahatsız edici hale gelen bir soru zihnimde dolaşıp duruyor. Belki
bir değil, birbirine eklemlenmiş birkaç sorudan oluşan bir paket bu; ama içerdiği
her soru parçacığı aynı ana noktadan çıkıp bir kavşakta buluşuyor. İçimden bu
paketi her yineleyişimde, göğüs kafesimin derinliklerine sinmiş bir zımpara
kâğıdının kontrolsüzce yüreğime sürtünüp durduğunu hissediyorum. “Hepimiz bir
gün öleceğiz,” diyorum, o hiç haz etmediğim gerçekliği bir kez daha anarken.
“Ve bazılarımız, yaşadığımız süre boyunca içinden geçtiğimiz duygusal
süreçleri, ruhumuzda patlayan fırtınaları, olanca dürüstlüğümüzle sözcüklere,
yazıya dökerek kayda geçirmeyi yeğliyoruz. Peki kimin için düşüyoruz o
kayıtları? Dürüstlük ve içtenlikle yazıldığını söylüyorsak, öncelikle kendimiz
için elbette. İçlerinde mektup formunda olanlar varsa, bunları da hem kendimiz
hem de haberleştiğimiz kişi için kaleme alıyoruz; yani aslında iki kişiye ait
bir mülkiyet ve mahremiyet söz konusu. Bu durumda, yaşamımız sona erdiğinde,
kağıtlara ya da defterlere geçirdiğimiz o zihinsel/duygusal anlara ait parçacıkların
bir biçimde ‘herkese açık’ hale getirilmesini ister miyiz?”
Uygarlığın “beşiği”ni doğru anlamak
Göbekli Tepe / Karl W. Luckert / Çev: Leyla Tonguç Basmacı /
ALFA
Bundan on beş yıl kadar önce arkeolojiyle ilgili haber
kaynakları “tarihin yeniden yazılmasını gerektirecek” büyük buluştan söz etmeye
başladığında, bundan en çok heyecan duyması gerekenlerin, o buluşun yapıldığı
toprakların bugünkü mirasçıları olması gerektiği beklenirdi elbette. Ama en
azından ilk birkaç yılda işler pek de böyle yürümedi. Beş yüz yıl önceki
atalarının fetih ve seferleriyle övünme konusunda fazlasıyla istekli olan bir
toplum, on iki bin beş yüz yıl önce uygarlığın dönüm noktalarından birinin
kendi topraklarında yaşanmış olmasıyla çok da yakından ilgilenmiş görünmüyordu.
Bu nedenle, Harran yakınlarında Alman arkeologlar yönetiminde bir süredir
yürütülen kazıların sonuçları “flaş haber” olarak dünyaya duyurulurken, bu
toprakların sakinleri arasında ilkin yalnızca “meslekten olanlar” ve “meraklı
amatörler” paylaştı bu heyecanı. Neresinden baksanız, “toz toprak içindeki bir
düzlükte bulunmuş üç beş taş parçası” ile coşkuyla ilgilenecek insanların
sayısı, hafta sonları futbol ligi karşılaşmalarının oynandığı stadyumları
doldurmaya yetecek kadar bile değildi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)