26 Temmuz 2017

Roma’nın Haliç kıyılarında noktalanan hikâyesi


Bizans’ın Son Yüzyılları, 1261 – 1453 / Donald M. Nicol / Çev: Bilge Umar / İş Bankası Yayınları


Bu coğrafyada yaşayan insanların pek azının Bizans tarihine gerçek anlamda ilgi duyması, kolay anlaşılır bir şey değil. Yurt bildiğimiz topraklar üzerinde en uzun süre hükümranlık yaşamış köklü bir geleneğin izlerini sürmeye, dünyanın diğer yerlerinde yaşayan insanlara göre daha istekli ve daha yatkın olmamız beklenebilirdi. Ne var ki bizim buralarda tarih dendiğinde çoğu kez mitoslarla sarmalanmış bir “muhteşem padişahlar destanı” anlaşılır daha çok. Hamaset her şeyin önünde gittiği için de “ecdad öncesi” döneme yalnızca beylik şablonlar ve kemikleşmiş önyargılarla yaklaşılır. Bu nedenle, bu topraklarda Bizans dendiğinde “entrika, zulüm, şatafat” çağrışımı yankılanır zihinlerde ve ortak tarihimizin en büyük parçalarından birini oluşturan devletin gündelik konuşmalardaki lakabı hemen her zaman “kahpe Bizans”dır. Okumadan, bilmeden, üzerine fazla düşünmeden, birkaç kuru sıfatın arasına sıkıştırıveririz, Roma’nın Anadolu ve Balkanlar’daki uzantısını. Zihinlerdeki kronolojilere yalnızca 1071 ve 1453 yılları için not düşülmüş, gerisi bir kenara bırakılmıştır.


Aslına bakılırsa Bizans tarihine ilgi duyan meraklı okur için koşulların, yirmi beş yıl, otuz yıl öncesine göre çok daha verimli olduğundan ve Türkçe kaynak bulma konusunda sıkıntıların epey azaldığından söz edilebilir. Yani “Okuyacağız ama kitap yok” gibi bir bahanenin ardına sığınma devri epey gerilerde kalmış durumda. Bir zamanlar Georg Ostrogorsky’nin “Bizans Devleti Tarihi” ve Edward Gibbon’ın ünlü “Roma’nın Yükselişi ve Düşüşü” dışında sağlam referans kaynağı bulmak çok güçtü ve bu nedenle büyük oranda bu iki kitabın (kimi tarihçilere göre fazlasıyla dar ve katı) bakış açılarına sıkışıp kalmak durumundaydık. Oysa son yıllarda Timothy Gregory, John Julius Norwich, Cyril Mango ve Alexander Vasiliev gibi çok sayıda tarihçinin yapıtlarının Türkçe’ye çevrilmesiyle, elimizdeki referans malzemesi epey zenginleşti. Bunlardan biri de, İngiliz Bizans tarihçisi Donald M. Nicol’un, ilk baskısı 1972’de, geliştirilmiş baskısı da 1993’de yapılan “Bizans’ın Son Yüzyılları” adlı çalışması.

Dilimize kazandırılması bir hayli gecikmeli gerçekleştiyse de, sayfaları çevirmeye başladığınız andan itibaren “Geç olmuş ama temiz olmuş” dedirten bir kitap, “Bizans’ın Son Yüzyılları”. Bunu sağlayan da, çevirinin Bilge Umar gibi konuya bütünüyle hakim, donanımlı bir yazarın elinden çıkmış olması. Anadolu’nun tarihini Luwi’lerden Helenlere, Frig’lerden Roma’ya kadar derinlemesine izlemiş bir uzmanın katkıları, dilin akıcılığının yanı sıra, gerekli yerlere düşülmüş özel dipnotlarla da okumanın keyfini artırıyor.  Bizans tarihinin çok önemli (ama nedense çok az incelenmiş) bir evresini masaya yatıran böylesi bir referans kaynağını elimizin altında bulmanın tadını da buna eklemeliyiz.

Tarihe özel bir merakı yoksa, çoğu kişi Bizans’ın Osmanlı’dan çok önce neredeyse tamamıyla dağılıp çözüldüğünü ve elli yıl kadar sonra bir anlamda küllerinden doğup yeniden toparlandığını bilmez. Aslında, nihai çöküşe giden süreç içinde bir tür direnme ve canlanma çabası olan bu dönem, 1261 yılında başlar;  yani Konstantinopolis’in işgalci Latin’lerin elinden geri alınıp, Bizans’a son bir şans daha yaratıldığı dönemde. Nicol’un çalışması da bu tarihi başlangıç noktası alarak, çöküşe doğru giden süreci 1453’e dek tüm görünümleriyle izliyor. Bir anlamda bu, yalnızca Bizans’ın değil, bugün bildiğimiz biçimiyle “Batı Dünyası”nın tarihinde de kritik bir dönemi masaya yatırmak anlamına geliyor ki, Nicol’un yaptığı da bu zaten. Roma – Konstantinopolis güzergâhında Patrik ve Papa, İmparator ve krallar, Doğu ve Batı eksenindeki büyük bir gerginliğin fay hatlarını gözler önüne süren kitap, hangi kutuplaşmaların nasıl ittifaklar ve cepheleşmeler yarattığını, ekonomik, sosyal ve siyasi boyutlarıyla izlememize olanak veriyor.

Donald Nicol, Bizans tarihinin spesifik evrelerindeki yönetici hanedanları da bütün görünümleriyle inceleyen çalışmalara imza atmış bir tarihçi. Bunun getirdiği ayrıntı zenginliği ve çok boyutluluğu, “Bizans’ın Son Yüzyılları”nda da fazlasıyla görmek mümkün. VIII. Mikhael ile başlayan yeniden toparlanma sürecini Palaiologos hanedanı üzerinden izliyor ve hemen ardından, Bizans’ın neredeyse kaçınılmaz yazgısı olmuş “iç savaş hastalığı”nın sonunda Roma’nın mirasçısını nasıl bir yıkıma götürdüğünü görüyoruz. Osmanlı sonrasında giderek küçülmeye ve daracık bir kabuğa sığmaya başlayan Bizans’ın hazin hikâyesi, XI. Konstantinos döneminde İstanbul’un yitirilmesiyle sona eriyor. Roma’nın İ.Ö. 700’lerde Etruria bölgesinde başlayan iniş ve çıkışlarla dolu uzun soluklu serüvenine son nokta, kuruluş noktasının epey uzaklarında, Haliç ve Boğaziçi kıyılarında konmuş oluyor böylece.


Üzerinden atlanmaması gereken, net bir gerçek var: Bugünün dünyasını doğru anlamanın yolu, Roma’yı doğru anlamak ve geçirdiği tüm değişim ve çalkantıları izlemekle mümkün. Kuruluş’tan krallığa, Cumhuriyet’ten imparatorluğa, çok inançlılıktan Hıristiyan teokrasisine dek Batı kültürünün çekirdeğine oturan bu Greko-Romen geleneğin önemli evrelerinden birini de Bizans oluşturuyor. Bilmek, öğrenmek, tanımak isteyenlerin vazgeçemeyeceği bir kaynak, Nicol’un yapıtı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder