Bizans’ın Son Yüzyılları, 1261 – 1453 / Donald M. Nicol /
Çev: Bilge Umar / İş Bankası Yayınları
Bu coğrafyada yaşayan insanların pek azının Bizans tarihine
gerçek anlamda ilgi duyması, kolay anlaşılır bir şey değil. Yurt bildiğimiz
topraklar üzerinde en uzun süre hükümranlık yaşamış köklü bir geleneğin
izlerini sürmeye, dünyanın diğer yerlerinde yaşayan insanlara göre daha istekli
ve daha yatkın olmamız beklenebilirdi. Ne var ki bizim buralarda tarih dendiğinde
çoğu kez mitoslarla sarmalanmış bir “muhteşem padişahlar destanı” anlaşılır
daha çok. Hamaset her şeyin önünde gittiği için de “ecdad öncesi” döneme
yalnızca beylik şablonlar ve kemikleşmiş önyargılarla yaklaşılır. Bu nedenle,
bu topraklarda Bizans dendiğinde “entrika, zulüm, şatafat” çağrışımı yankılanır
zihinlerde ve ortak tarihimizin en büyük parçalarından birini oluşturan
devletin gündelik konuşmalardaki lakabı hemen her zaman “kahpe Bizans”dır.
Okumadan, bilmeden, üzerine fazla düşünmeden, birkaç kuru sıfatın arasına
sıkıştırıveririz, Roma’nın Anadolu ve Balkanlar’daki uzantısını. Zihinlerdeki
kronolojilere yalnızca 1071 ve 1453 yılları için not düşülmüş, gerisi bir
kenara bırakılmıştır.
Aslına bakılırsa Bizans tarihine ilgi duyan meraklı okur için koşulların, yirmi
beş yıl, otuz yıl öncesine göre çok daha verimli olduğundan ve Türkçe kaynak
bulma konusunda sıkıntıların epey azaldığından söz edilebilir. Yani “Okuyacağız
ama kitap yok” gibi bir bahanenin ardına sığınma devri epey gerilerde kalmış durumda.
Bir zamanlar Georg Ostrogorsky’nin “Bizans Devleti Tarihi” ve Edward Gibbon’ın
ünlü “Roma’nın Yükselişi ve Düşüşü” dışında sağlam referans kaynağı bulmak çok
güçtü ve bu nedenle büyük oranda bu iki kitabın (kimi tarihçilere göre
fazlasıyla dar ve katı) bakış açılarına sıkışıp kalmak durumundaydık. Oysa son
yıllarda Timothy Gregory, John Julius Norwich, Cyril Mango ve Alexander
Vasiliev gibi çok sayıda tarihçinin yapıtlarının Türkçe’ye çevrilmesiyle,
elimizdeki referans malzemesi epey zenginleşti. Bunlardan biri de, İngiliz
Bizans tarihçisi Donald M. Nicol’un, ilk baskısı 1972’de, geliştirilmiş baskısı
da 1993’de yapılan “Bizans’ın Son Yüzyılları” adlı çalışması.
Dilimize kazandırılması bir hayli gecikmeli gerçekleştiyse de, sayfaları
çevirmeye başladığınız andan itibaren “Geç olmuş ama temiz olmuş” dedirten bir
kitap, “Bizans’ın Son Yüzyılları”. Bunu sağlayan da, çevirinin Bilge Umar gibi
konuya bütünüyle hakim, donanımlı bir yazarın elinden çıkmış olması.
Anadolu’nun tarihini Luwi’lerden Helenlere, Frig’lerden Roma’ya kadar
derinlemesine izlemiş bir uzmanın katkıları, dilin akıcılığının yanı sıra,
gerekli yerlere düşülmüş özel dipnotlarla da okumanın keyfini artırıyor. Bizans tarihinin çok önemli (ama nedense çok
az incelenmiş) bir evresini masaya yatıran böylesi bir referans kaynağını
elimizin altında bulmanın tadını da buna eklemeliyiz.
Tarihe özel bir merakı yoksa, çoğu kişi Bizans’ın Osmanlı’dan çok önce
neredeyse tamamıyla dağılıp çözüldüğünü ve elli yıl kadar sonra bir anlamda
küllerinden doğup yeniden toparlandığını bilmez. Aslında, nihai çöküşe giden
süreç içinde bir tür direnme ve canlanma çabası olan bu dönem, 1261 yılında
başlar; yani Konstantinopolis’in işgalci
Latin’lerin elinden geri alınıp, Bizans’a son bir şans daha yaratıldığı dönemde.
Nicol’un çalışması da bu tarihi başlangıç noktası alarak, çöküşe doğru giden
süreci 1453’e dek tüm görünümleriyle izliyor. Bir anlamda bu, yalnızca
Bizans’ın değil, bugün bildiğimiz biçimiyle “Batı Dünyası”nın tarihinde de
kritik bir dönemi masaya yatırmak anlamına geliyor ki, Nicol’un yaptığı da bu
zaten. Roma – Konstantinopolis güzergâhında Patrik ve Papa, İmparator ve
krallar, Doğu ve Batı eksenindeki büyük bir gerginliğin fay hatlarını gözler
önüne süren kitap, hangi kutuplaşmaların nasıl ittifaklar ve cepheleşmeler
yarattığını, ekonomik, sosyal ve siyasi boyutlarıyla izlememize olanak veriyor.
Donald Nicol, Bizans tarihinin spesifik evrelerindeki yönetici hanedanları da
bütün görünümleriyle inceleyen çalışmalara imza atmış bir tarihçi. Bunun getirdiği
ayrıntı zenginliği ve çok boyutluluğu, “Bizans’ın Son Yüzyılları”nda da
fazlasıyla görmek mümkün. VIII. Mikhael ile başlayan yeniden toparlanma
sürecini Palaiologos hanedanı üzerinden izliyor ve hemen ardından, Bizans’ın
neredeyse kaçınılmaz yazgısı olmuş “iç savaş hastalığı”nın sonunda Roma’nın
mirasçısını nasıl bir yıkıma götürdüğünü görüyoruz. Osmanlı sonrasında giderek
küçülmeye ve daracık bir kabuğa sığmaya başlayan Bizans’ın hazin hikâyesi, XI.
Konstantinos döneminde İstanbul’un yitirilmesiyle sona eriyor. Roma’nın İ.Ö.
700’lerde Etruria bölgesinde başlayan iniş ve çıkışlarla dolu uzun soluklu
serüvenine son nokta, kuruluş noktasının epey uzaklarında, Haliç ve Boğaziçi
kıyılarında konmuş oluyor böylece.
Üzerinden atlanmaması gereken, net bir gerçek var: Bugünün dünyasını doğru
anlamanın yolu, Roma’yı doğru anlamak ve geçirdiği tüm değişim ve çalkantıları
izlemekle mümkün. Kuruluş’tan krallığa, Cumhuriyet’ten imparatorluğa, çok
inançlılıktan Hıristiyan teokrasisine dek Batı kültürünün çekirdeğine oturan bu
Greko-Romen geleneğin önemli evrelerinden birini de Bizans oluşturuyor. Bilmek,
öğrenmek, tanımak isteyenlerin vazgeçemeyeceği bir kaynak, Nicol’un yapıtı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder