Günlük Yaşamın Psikopatolojisi / Sigmund
Freud / Çev: Şemsa Yeğin / İthaki
İnsan zihninin işleyiş biçimleri ya da
“bilinçaltı” adıyla anılan derin ve karanlık dehlizlerin yaşamlarımız
üzerindeki gölgesi söz konusu olduğunda, bugün modern psikolojinin “sacayağı”
olarak nitelediğimiz üç büyük usta gelir akla ilkin: Sigmund Freud, Carl Gustav
Jung ve Alfred Adler. Üçünün de yaklaşım ve yöntemleri birbirinden belirgin
çizgilerle ayrılsa da, deney ve çalışmalarının kesiştiği alanların toplamı,
bugünün sürekli genişleyen ve karmaşıklaşan “davranış bilimleri” nehrinin
verimli yatağını oluşturmuştur diyebiliriz. Bir zamanlar mistik motiflerle
yüklenen “insan ruhu”, Freud, Jung ve Adler’in çalışmaları sonrasında kerameti
kendinden menkul ilahi gizemlerin tezahürü olmaktan çıkıp, izlenebilir ve
anlaşılabilir süreçleri barındıran bir sistematik içinde ele alınabilir hale
gelmiştir. Psikanaliz, son yüzyıl içinde aynı yolu adımlayan çok sayıda bilim
insanı ve düşünürün katkılarıyla bugün çok daha ileri noktalara doğru evrilmiş
olsa da, bu disiplinin oluşması ve yöntemlerinin detaylanması, bu üç önemli
ismin çığır açan katkılarıyla gerçekleşebilmiştir ancak.
Modern insan, sürekli olarak düşünür: Hayat üzerine, ölüm üzerine, cinsellik
üzerine, varoluş üzerine, ilişkiler üzerine, hastalıklar üzerine, değişimler
üzerine ve elbette kendi “ruhunun” bunları algılayıp değerlendirme biçimleri
üzerine fikirler yürütür. Böyle baktığımızda psikoloji ya da sıkça kullanılan
karşılığıyla “ruhbilim”, yankılarını gündelik hayatın içinde çok sık
bulabileceğimiz tartışmaların kaynağını oluşturacak bir alan olarak algılanabilir
belki ama pratikte işler pek böyle yürümez. Bir hayli zengin bir literatür,
ağır bir terminoloji ve kimi zaman izlemenin zorlaştığı bir yöntemler ağı,
psikolojiyi bir biçimde “sokaktaki adam”ın hayatından koparıp, uzaklarda (ve
epey yükseklerde) bir noktaya yerleştirir. Konuya ilgi duyan ve davranış
bilimlerinin hiç değilse popüler yansımalarını bir biçimde izlemek isteyen
insanların karşısına, aşılması bazen pek de kolay gözükmeyen akademik duvarlar
yerleştirir. Lacan’ı, Gestalt psikolojisini, yapısalcılık ya da varoluşçuluk
ile sarmalanmış modern psikoloji kuram ve yöntemlerini gözünüzün önüne
getirin: Kendini “mevzuya yabancı”
hissetmeden izlemek kolay mıdır?
Popüler kültürün gündelik gevezeliklerine ya da “blöfçünün rehberi” türü, bir
şeylerden haberdar gözükme tekniklerinin vitrinine sığınınca, işler daha
kolaydır: Freud’u “Bazen bir puro, yalnızca bir purodur” repliğiyle
hatırlayabilir, Jung’dan söz ederken kolektif bilinçaltının denizlerine akan
rüya ve sembol çağrışımlarına gönderme yapabilir, Adler’i anmak için
“kompleksler”den dem vurabilirsiniz. Ama itiraf edelim, aslında psikolojinin
bahçelerinde dolaşmak hiç de göründüğü kadar kolay değildir ve toplayacağınız
güller ile elinize batabilecek dikenler arasında yapacağınız bir kâr zarar
hesabı, hevesinizi hemen kaçırabilir.
Böylesine derinleşmeye elverişli ve rahatça izlenmesi profesyonel olmayanlar
için güç bir disiplini, hepimizin hayatına bir biçimde dokunur hale getiren de,
bu saydığımız üç büyük ustanın bugün “klasik” haline gelmiş kimi yapıtlarıdır
diyebiliriz. Jung’un “Rüyalar”, Adler’in “Bireysel Ruhbilim” ve elbette Sigmund
Freud’un “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”, terminolojiyle ve kuramlarla yüz
yüze gelindiğinde insanı ürküten duvarları şeffaflaştırıp, “ruhumuzun bilimi”ni
kavrayabileceğimiz biçimde yumuşatan ve hayatımıza taşıyan yapıtlar olarak
tarihe geçti. Bunlardan sonuncusu, psikoloji kitaplığının oluşmasına yıllardır
çok önemli katkı veren Payel Yayınları’nca yıllar önce yayımlanmıştı; şimdiyse İthaki tarafından yeniden basılıp okurlara ulaştırıldı;
üstelik, geçen yılın sonlarında yitirdiğimiz, çok usta bir çevirmenin, Şemsa
Yeğin’in imzasıyla.
“Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”, psikanalizi ve modern “ruhbilimi” oldukça
canlı ve (sürekli yenilenen baskılar sayesinde) sıcak bir biçimde uzman olmayan
okurun dünyasına taşıyan, kilit yapıtlardan biri. Zihnimizin nasıl çalıştığı,
bilinçaltı dediğimiz yeraltı nehirlerinde suların nasıl aktığı ve (bazen)
yüzeye nasıl çıkıp mesajlar gönderdiği, sıradan ve basitmiş gibi algıladığımız
günlük alışkanlıklarımızın aslında bize nelerin ipuçlarını verdiği, teknik
olmaktan fazlasıyla uzak, kolayca izlenebilir bir dille anlatılıyor Freud’un bu
“kilometre taşı” niteliğindeki kitabında. “Freud’un psikanalizi halkın
mutfağına soktuğu kitap” diyen de var bu yapıt için, “bilimselliği popülerliğe
feda ettiği” için eleştiren de. Ama kim ne derse desin, her bölümünde, her
sayfasında kolayca okunan, azalmayan bir ilgiyle izlenen ve önermelerini kendi
hayatınızdan örneklerle sınayabileceğiniz, keyifli bir yapıtla
karşılaşıyorsunuz.
Genellikle, “Freud’un yapıtları içinde otobiyografik ögelere en sık rastlananı”
olduğundan söz ediliyor uzmanların yorumlarında. Gerçekten de, olanca rahatlığı
ve özgüveniyle, “psikanalizin babası” unvanıyla anılan bir büyük ustanın,
“karizmayı çizdirme” kaygısından son derece uzak, kendi yaşamından, çocukluk
anılarından, bireysel takıntılarından örneklerle zenginleştirerek zihnimizin
işleyiş biçimlerini önümüze serdiği bir kitabın sayfalarını adımlıyoruz “Günlük
Yaşamın Psikopatolojisi”ni okurken. Dikkatimizi çekmeye çalıştığı kilit
noktalar üzerinde yoğunlaşırken, ister istemez sunduğu örnekleri kendi
deneyimlerimizle karşılaştırmaya başlıyoruz.
Peki neler anlatıyor bize bu önemli yapıt? Hayatımızda önemli bir yeri olan
“unutma” fonksiyonunun, hangi bilinçaltı süreçlerce yönlendirildiğine
dikkatimizi çekiyor sözgelimi. Bazı sözcükleri neden unuturuz; kimi isimleri
niçin bir türlü aklımızda tutamayız? “Bana isim sorma abi, unutuyorum”
dediğimizde, belleğimizdeki “gigabyte yetersizliği” midir söz konusu olan,
yoksa bastırılmaya çalışılan kimi anı tortularının verdiği rahatsızlık mı?
Çağrışımlar zihnimizde nasıl bir yol izler ve rahatsızlıkları bize hangi
ipuçlarıyla sunar? Peki şu “pardon yahu, dilim sürçtü” dediğimiz rahatsız edici
anların ve “ağızdan kaçmış” ifadelerin arasında, ilk bakışta hiç sezilmeyen
ruhsal süreçlerin bir rolü var mıdır?
İşte psikolojiyi ve psikanalizi popüler kültürün ilgilendiği alanlara doğru
taşıyarak dikkatimizi daha önce fark etmediğimiz zihinsel süreçlere çeken bu kitap,
salt bu sorulara getirdiği yanıtlar açısından bile modern entelektüel okurun
kitaplığında bulunmayı hak eden, çok önemli bir yapıt. “Dil”in ve sözcüklerin
bize anlattıkları, isimlerin gizlediği takıntılar ya da rahatsızlıklar,
“perdelenmiş anılar” tarafından yönlendirilen ifadelerin verdiği ipuçları,Freud’un
gözetiminde elimizin altında. Okumamak gibi bir lüksümüz olabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder