26 Temmuz 2017

Zihnin derinliklerinde saklambaç


Günlük Yaşamın Psikopatolojisi / Sigmund Freud / Çev: Şemsa Yeğin / İthaki

İnsan zihninin işleyiş biçimleri ya da “bilinçaltı” adıyla anılan derin ve karanlık dehlizlerin yaşamlarımız üzerindeki gölgesi söz konusu olduğunda, bugün modern psikolojinin “sacayağı” olarak nitelediğimiz üç büyük usta gelir akla ilkin: Sigmund Freud, Carl Gustav Jung ve Alfred Adler. Üçünün de yaklaşım ve yöntemleri birbirinden belirgin çizgilerle ayrılsa da, deney ve çalışmalarının kesiştiği alanların toplamı, bugünün sürekli genişleyen ve karmaşıklaşan “davranış bilimleri” nehrinin verimli yatağını oluşturmuştur diyebiliriz. Bir zamanlar mistik motiflerle yüklenen “insan ruhu”, Freud, Jung ve Adler’in çalışmaları sonrasında kerameti kendinden menkul ilahi gizemlerin tezahürü olmaktan çıkıp, izlenebilir ve anlaşılabilir süreçleri barındıran bir sistematik içinde ele alınabilir hale gelmiştir. Psikanaliz, son yüzyıl içinde aynı yolu adımlayan çok sayıda bilim insanı ve düşünürün katkılarıyla bugün çok daha ileri noktalara doğru evrilmiş olsa da, bu disiplinin oluşması ve yöntemlerinin detaylanması, bu üç önemli ismin çığır açan katkılarıyla gerçekleşebilmiştir ancak.



Modern insan, sürekli olarak düşünür: Hayat üzerine, ölüm üzerine, cinsellik üzerine, varoluş üzerine, ilişkiler üzerine, hastalıklar üzerine, değişimler üzerine ve elbette kendi “ruhunun” bunları algılayıp değerlendirme biçimleri üzerine fikirler yürütür. Böyle baktığımızda psikoloji ya da sıkça kullanılan karşılığıyla “ruhbilim”, yankılarını gündelik hayatın içinde çok sık bulabileceğimiz tartışmaların kaynağını oluşturacak bir alan olarak algılanabilir belki ama pratikte işler pek böyle yürümez. Bir hayli zengin bir literatür, ağır bir terminoloji ve kimi zaman izlemenin zorlaştığı bir yöntemler ağı, psikolojiyi bir biçimde “sokaktaki adam”ın hayatından koparıp, uzaklarda (ve epey yükseklerde) bir noktaya yerleştirir. Konuya ilgi duyan ve davranış bilimlerinin hiç değilse popüler yansımalarını bir biçimde izlemek isteyen insanların karşısına, aşılması bazen pek de kolay gözükmeyen akademik duvarlar yerleştirir. Lacan’ı, Gestalt psikolojisini, yapısalcılık ya da varoluşçuluk ile sarmalanmış modern psikoloji kuram ve yöntemlerini gözünüzün önüne getirin:  Kendini “mevzuya yabancı” hissetmeden izlemek kolay mıdır?


Popüler kültürün gündelik gevezeliklerine ya da “blöfçünün rehberi” türü, bir şeylerden haberdar gözükme tekniklerinin vitrinine sığınınca, işler daha kolaydır: Freud’u “Bazen bir puro, yalnızca bir purodur” repliğiyle hatırlayabilir, Jung’dan söz ederken kolektif bilinçaltının denizlerine akan rüya ve sembol çağrışımlarına gönderme yapabilir, Adler’i anmak için “kompleksler”den dem vurabilirsiniz. Ama itiraf edelim, aslında psikolojinin bahçelerinde dolaşmak hiç de göründüğü kadar kolay değildir ve toplayacağınız güller ile elinize batabilecek dikenler arasında yapacağınız bir kâr zarar hesabı, hevesinizi hemen kaçırabilir.


Böylesine derinleşmeye elverişli ve rahatça izlenmesi profesyonel olmayanlar için güç bir disiplini, hepimizin hayatına bir biçimde dokunur hale getiren de, bu saydığımız üç büyük ustanın bugün “klasik” haline gelmiş kimi yapıtlarıdır diyebiliriz. Jung’un “Rüyalar”, Adler’in “Bireysel Ruhbilim” ve elbette Sigmund Freud’un “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”, terminolojiyle ve kuramlarla yüz yüze gelindiğinde insanı ürküten duvarları şeffaflaştırıp, “ruhumuzun bilimi”ni kavrayabileceğimiz biçimde yumuşatan ve hayatımıza taşıyan yapıtlar olarak tarihe geçti. Bunlardan sonuncusu, psikoloji kitaplığının oluşmasına yıllardır çok önemli katkı veren Payel Yayınları’nca yıllar önce yayımlanmıştı; şimdiyse İthaki tarafından yeniden basılıp okurlara ulaştırıldı; üstelik, geçen yılın sonlarında yitirdiğimiz, çok usta bir çevirmenin, Şemsa Yeğin’in imzasıyla.


“Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”, psikanalizi ve modern “ruhbilimi” oldukça canlı ve (sürekli yenilenen baskılar sayesinde) sıcak bir biçimde uzman olmayan okurun dünyasına taşıyan, kilit yapıtlardan biri. Zihnimizin nasıl çalıştığı, bilinçaltı dediğimiz yeraltı nehirlerinde suların nasıl aktığı ve (bazen) yüzeye nasıl çıkıp mesajlar gönderdiği, sıradan ve basitmiş gibi algıladığımız günlük alışkanlıklarımızın aslında bize nelerin ipuçlarını verdiği, teknik olmaktan fazlasıyla uzak, kolayca izlenebilir bir dille anlatılıyor Freud’un bu “kilometre taşı” niteliğindeki kitabında. “Freud’un psikanalizi halkın mutfağına soktuğu kitap” diyen de var bu yapıt için, “bilimselliği popülerliğe feda ettiği” için eleştiren de. Ama kim ne derse desin, her bölümünde, her sayfasında kolayca okunan, azalmayan bir ilgiyle izlenen ve önermelerini kendi hayatınızdan örneklerle sınayabileceğiniz, keyifli bir yapıtla karşılaşıyorsunuz.


Genellikle, “Freud’un yapıtları içinde otobiyografik ögelere en sık rastlananı” olduğundan söz ediliyor uzmanların yorumlarında. Gerçekten de, olanca rahatlığı ve özgüveniyle, “psikanalizin babası” unvanıyla anılan bir büyük ustanın, “karizmayı çizdirme” kaygısından son derece uzak, kendi yaşamından, çocukluk anılarından, bireysel takıntılarından örneklerle zenginleştirerek zihnimizin işleyiş biçimlerini önümüze serdiği bir kitabın sayfalarını adımlıyoruz “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”ni okurken. Dikkatimizi çekmeye çalıştığı kilit noktalar üzerinde yoğunlaşırken, ister istemez sunduğu örnekleri kendi deneyimlerimizle karşılaştırmaya başlıyoruz.


Peki neler anlatıyor bize bu önemli yapıt? Hayatımızda önemli bir yeri olan “unutma” fonksiyonunun, hangi bilinçaltı süreçlerce yönlendirildiğine dikkatimizi çekiyor sözgelimi. Bazı sözcükleri neden unuturuz; kimi isimleri niçin bir türlü aklımızda tutamayız? “Bana isim sorma abi, unutuyorum” dediğimizde, belleğimizdeki “gigabyte yetersizliği” midir söz konusu olan, yoksa bastırılmaya çalışılan kimi anı tortularının verdiği rahatsızlık mı? Çağrışımlar zihnimizde nasıl bir yol izler ve rahatsızlıkları bize hangi ipuçlarıyla sunar? Peki şu “pardon yahu, dilim sürçtü” dediğimiz rahatsız edici anların ve “ağızdan kaçmış” ifadelerin arasında, ilk bakışta hiç sezilmeyen ruhsal süreçlerin bir rolü var mıdır?



İşte psikolojiyi ve psikanalizi popüler kültürün ilgilendiği alanlara doğru taşıyarak dikkatimizi daha önce fark etmediğimiz zihinsel süreçlere çeken bu kitap, salt bu sorulara getirdiği yanıtlar açısından bile modern entelektüel okurun kitaplığında bulunmayı hak eden, çok önemli bir yapıt. “Dil”in ve sözcüklerin bize anlattıkları, isimlerin gizlediği takıntılar ya da rahatsızlıklar, “perdelenmiş anılar” tarafından yönlendirilen ifadelerin verdiği ipuçları,Freud’un gözetiminde elimizin altında. Okumamak gibi bir lüksümüz olabilir mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder