Mısırlı
Musa / Jan Assman / Çev: Bozkurt Leblebicioğlu / İthaki
Felsefe, teoloji ve eskiçağ tarihinin
kesişme noktasındaki belki de en popüler tartışmalardan biri, tektanrıcı
düşüncenin mümkün olan en eski kaynak ya da esin noktalarını, kadim tarihin
derinliklerinde aramak üzerinde düğümlenir. Arkasındaki temel motivasyon ve
kullanılan yöntem ya da argümanlardan bağımsız olarak bu konuda en çok gündeme
gelen soru ise, kutsal metinler ve tektanrıcı inanç sistemlerinin merkezinde
yer alan varsayımsal Musa karakteriyle, günümüzden yaklaşık 3350 yıl önce kısa bir
dönem Eski Mısır’a krallık eden Akhenaton (IV. Amenhotep/Amenofis) arasında
elle tutulur bir bağlantının bulunup bulunmadığıdır genellikle. Kimileri bunu,
Eski Ahit’le başlayan inanç geleneğindeki ana düşünceyi çok daha eski
kaynaklara yaslanarak doğrulama kaygısı uzantısında yaparken, kimileri de
Akhenaton bağlantısı üzerinden tektanrıcı düşünce açısından İbrahimî dinlerin
“en eski ve özgün” referans noktası olmadığına dikkat çekmeye çalışır. Yirminci
yüzyıl boyunca “teolojinin karanlık suları” sınırlarında kalan bu konu ve
birlikte getirdiği tartışmalar üzerine çok sayıda kitap ve makale
yayımlandığını söyleyebiliriz. Bunların (Türkçe’ye çevrilen) en yeni örneği,
ejiptolog Jan Assman’ın “Mısırlı Musa” adlı tartışmalı kitabı. Neden
“tartışmalı” olduğuna biraz sonra değiniriz ama ilk aşamada “Kimdir bu
Akhenaten” sorusu üzerinden gidip, biraz bilgi tazelemekte yarar var.
Mısır tarihi, bugün ejiptologlarca belli bir sıra içinde numaralanmış
hanedanlar ve bunlara ait kral grupları üzerinden ele alınarak nispeten düzgün
bir kronoloji içinde incelenmeye çalışılır. Günümüzden yaklaşık 3350 yıl önce,
ülkeyi güneydeki başkent Teb’den
yönetmekte olan 18’nci Hanedan kralları tahttaydı. Bunlardan biri de, adını
kraliyet ideolojisinin en önemli tanrısından alan IV. Amenhotep (Amen
Hoşnuttur) olmuştu. Ancak kral, yönetiminin ilk yılından itibaren, ülkenin
dinsel (ve doğal olarak yönetsel) örgütlenmesiyle ilgili oldukça radikal bir
değişim hamlesine girişti. Mısır’ın inanç sisteminin merkezinde olan büyük
tanrılardan Amen bilinçli bir şekilde ihmal edilip gölgede bırakılıyor ve onun
yerine, adı “güneş diski” anlamına gelen Aton öne çıkarılıyordu. Eski
tapınakların çoğunun ödenekleri kesilir ve rahip kadroları bir biat töreninin
ardından yeni inşa edilen Aton tapınaklarına aktarılırken, kral daha da
şaşırtıcı bir hamleyle adını değiştirip, bundan böyle Akhenaton olarak
anılacağını duyuruyordu halka. Teb’in girişindeki görkemli İpetsut (Karnak)
tapınak kompleksine, alanın dışında kalacak şekilde bir Aton tapınağı inşa
ettirmiş, bütün dinsel bayram ve ritüelleri buraya yönlendirmişti. Eski
Mısır’ın günlük hayatında oldukça büyük öneme sahip Opet şenlikleri terk edilmiş,
ibadet gelenekleri hatırı sayılır bir değişikliğe uğramıştı.
Kral, bunlarla da yetinmedi. Ülkenin başkenti olan, Amen’e adanmış Teb şehrini
bir kenara itip, ücra bir noktada kendine yeni bir başkent inşa ettirdi ve
yalnızca yönetsel değil, dinsel kurumları da Amarna adını verdiği bu yeni kente
taşıdı. Başkentin en görkemli yapısı, “Aton’un ufku” anlamına gelen Akhetaton
adlı tapınaktı. Bu hamlelerle Amen tapınağı başta olmak üzere tüm diğer tapınak
kurumlarındaki rahiplerin güçlerini iyiden iyiye yok ederken, kendi
geliştirdiği Aton kültünü ülkenin merkezine yerleştirdi ve “ibadet edilmesi
gereken tek tanrının Aton olduğu” düşüncesini halka benimsetmeye çalıştı. Bunun
için de, geleneksel hegemonya mekanizmalarını, baskıyı ve cezalandırmayı
kullanmaktan hiç çekinmedi.
Ancak en az iki bin yıl geriye giden köklü bir kozmik anlayışı ve ritüel
sistemini yok edip yerine yenisini yerleştirmek, hiç de kolay değildi elbette.
Mısır halkı, bu beklenmedik köklü değişim ve baskı politikalarıyla ciddi
biçimde travmatize olmuş, elinden alınan tapınaklar ve ritüeller nedeniyle
giderek mutsuz ve karamsar bir hale gelmişti. Buna karşın, Akhenaton’un
despotik gücü, onun sağlığında herhangi bir ayaklanma girişimi olmasının önüne
geçti ve tahtta kaldığı 17 yıl boyunca Mısır’ın tamamı, bir Aton kültü
üzerinden yönetildi. Merkezinde elbette kralın kendisinin yer aldığı bu kült,
Akhenaton’u da tanrılaştırıyor ve onu “Güneş’in Oğlu” konumuna yerleştiriyordu
(tıpkı daha önceki dönemde kralların “Ra’nın Oğlu” olmaları gibi.) Ne var ki,
onun ölümüyle birlikte baskı mekanizmaları ortadan kalkınca, Mısır bir kâbustan
uyanırcasına silkindi ve eski tapınak sistemlerine, inanç ritüellerine hızla
geri döndü. Başkent yeniden Teb’e taşındı, Amarna yıkılıp terk edildi, hatta
Akhenaton’dan nefret o boyutlara ulaştı ki, kral listelerinden adı silindi,
resim ve ikonları yok edildi, deyiş yerindeyse Mısır tarihinden jiletle
kazındı.
Eğer 19. Yüzyıldaki kazılarda Amarna yeniden keşfedilip günışığına
çıkarılmasaydı, Akhenaton’dan ve onun dönemindeki gelişmelerden hiç haberdar
olamayacaktık. Kent kalıntıları ve ünlü “Amarna mektupları” bulunduktan sonra,
Mısır tarihindeki bu garip evre yalnızca tarihçilerin değil, ilahiyatçıların,
filozofların, hatta psikolojinin babası Freud’un bile ilgisini çekti. Acaba,
varlığına dair en küçük bir kanıt bile olmayan Musa, bu dönemde Akhenaton
tarafından tektanrıcı düşünceye “inisiye” edilmiş biri olabilir miydi? Yoksa
Musa, bizzat Akhenaton muydu? Tektanrıcı düşüncenin ideologları ve
ilahıyatçılar, bu fazlasıyla tartışmalı konuya hevesle sarıldılar.
Alanındaki başarılı isimlerden biri olan ejiptolog Jan Assman da, elimizdeki
kitabında bu konuyu ağırlıklı olarak kolektif bellek, psikanalitik düşünceler,
felsefe ve elbette teoloji açısından ele alarak, tektanrıcı düşüncenin
kökenindeki olası Mısır etkilerini sorguluyor. “Tartışmalı” dememin nedeni,
Asmann’ın da, tıpkı bu konuya eğilen diğerleri gibi, işin siyasi/toplumsal
boyutunu ve hegemonya mekanizmalarıyla ilişkisini göz ardı ederek, aslında
Akhenaton’un bir “ tektanrıcı dinsel devrim” değil, Amen rahiplerinin siyasi
gücünü kırarak iktidarını mutlaklaştırmak amaçlı “siyasi manevra” yaptığını
(tıpkı Konstantin’in 4’üncü yüzyılda Roma’da yaptığı gibi) fark etmekten
kaçınması. Her şeye rağmen, el altında bulunması ve okunması gereken bir kitap.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder