26 Temmuz 2017

Aşk, tutku, aidiyet ve yabancılaşma


Taşlarda Gizli Tanrılar / Kamila Shamsie / Çev: Olcay Boynudelik / Kırmızı Kedi

Kamila Shamsie için edebiyat eleştirmenleri, yirmi birinci yüzyılın en kayda değer yazarlarından biri olduğu yorumunu yapıyorlar. Gerçekten de, 1999’dan bu yana yayımlanan her kitabıyla dikkatleri üzerine çeken ve önemli edebiyat ödüllerine aday gösterilen Pakistan asıllı İngiliz yazar (çifte vatandaş) oldukça kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içinde kendi sadık okurlarından oluşan uluslararası bir kitleyi yaratmış durumunda. Yaşı henüz 43; bu nedenle, edebiyat dünyası standartları içinde “genç yazar” olarak anılmayı hak eden isimlerden biri. Ancak “genç” bir yazarın olası (ve normal karşılanabilecek) toyluklarından eser yok Shamsie’nin dili ve üslubunda. Sözcüklerle arasının çok iyi olduğunu hemen hissettiren ve dille ustaca oynamayı seven, olgun bir yazar izlenimini oldukça güçlü biçimde hissettirmeyi biliyor.



Aslına bakılacak olursa, 2015 tarihli “Taşlarda Gizli Tanrılar”, okuma fırsatı bulduğum ilk Shamsie romanı. “In The City By The Sea”, “Kartography” ve “Salt and Saffron” gibi hayli övgü alan kitaplarıyla henüz tanışma fırsatı bulamadım. Bildiğim kadarıyla “Kül Olmuş Gölgeler” adıyla yayımlanan “Burnt Shadows” dışında, Türkçe’ye çevrilmiş başka romanı da yoktu, “Taşlarda Gizli Tanrılar”a gelene dek. Tek bir roman üzerinden bir yazarı değerlendirmek her ne kadar “eksik” gibi görünse de, Shamsie’nin yetkinlik ve ustalığını hissedebilmek için, yakın tarih ve arkeoloji sarmalı üzerinden ilerleyen bu son derece etkileyici kurgunun, yeterli olduğunu düşünüyorum.


Çok da iyi bilmediğimiz bir dünyanın, geçen yüzyıl başındaki hararetli günlerinden çarpıcı kesitleri, bir hayli sıradışı kahramanların yollarını ilginç noktalarda kesiştirerek anlatıyor Shamsie. Yirminci yüzyılın başlarındaki sömürge Hindistanı’nın çok kültürlü, çok parçalı ve elbette çok sancılı dokusu, akış ilerledikçe romanın merkezine bütünüyle yerleşip, o bize “yabancı” görünen toplumsal kumaşı daha yakından incelememize olanak veriyor. Ana karakterlerden biri olan İngiliz arkeolog Vivian’ın maceraperest ruhu sayesinde, sömürgeciliğin ve dünya savaşının ağır hasarlar verdiği yirminci yüzyıl dünyasının belki biraz sisler arasında kalmış parçalarında gezintiye çıkıyoruz. Bu arada, bize yabancı olmayan “gölge unsurlar” da romanın atmosferine aşk, gizem ve biraz da hüzün katarak, hikâyeyi olgunlaştırmayı başarıyorlar: 1915 öncesinde Ermeni Hınçak partisiyle bağlantıları olan entelektüel bir Türk arkeolog ve Muğla’dan Troya’ya uzanan hat üzerinde gerçekleştirilen önemli arkeolojik kazılar gibi.


Kendi imparatorluğuna ve onun değerlerine gönülden bağlı bir İngiliz ailenin sevgili kızı Vivian, çok küçük yaşlarından itibaren tarihe, arkeolojiye ve mitlerin gizemlerine olan tutkusunu keşfedip, hayallerinin peşine düşmüştür. Ondaki bu serüvenci yanı besleyen ve yüreklendiren insanların başında, “babasının yakın dostu” olarak tanıdığı Türk arkeolog Tahsin Bey gelmektedir. Çocukluk yıllarında onun için bir baba figürü ve hayranlık duyulacak bir dost kimliğine sahip olan Tahsin Bey, genç kızlığından itibaren romantik düşlerinin de öznesi olmaya başlayacaktır yavaş yavaş. Kadınlar için uzun yolculuklar yapmanın pek de güvenli sayılamayacağı bir dönemde, annesini güçlükle ikna edip Tahsin Bey eşliğinde katıldığı bir arkeolojik kazı için (henüz “Osmanlı İmparatorluğu” olan) Türkiye’ye gelir ve Yunan/Pers söylencelerinde sözü geçen gizemli bir nesnenin peşine düşme güdüsüne kendini kaptırır. Aynı günlerde, bir yandan da Tahsin Bey’e duyduğu aşkın arkeoloji tutkusuyla iç içe geçtiğini fark etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın patlaması hem romantik hem de arkeolojik hayallerine zorunlu bir ara vermesine yol açar ve Vivian İngiltere’ye dönerek, hastanelerde yaralı askerler için gönüllü hemşirelik yapmaya başlar.


Bugün Pakistan sınırlarında bulunan Peşaver’de, yoksulluğun içinde doğup büyüyen Kayyum, dünya savaşı çıkar çıkmaz, sömürge koşullarına uygun olarak, İngiliz ordusunda askerlik yapmaya başlar ve savaşın en yoğun olduğu bölgelerde bir çatışma sırasında ağır yaralanıp “malul” duruma düşer. Kimin ve neyin adına savaştığını; giydiği üniformanın anlamını; sahip olduğu değerleri sorgulamaya başlayacağı ve tedirginliğinin giderek artacağı bir dönem olacaktır bu, Kayyum için.


Oldukça başarıyla örülmüş bir kurgunun içinde, Vivian’in, Kayyum’un ve küçük kardeşi Necip’in yolları, Peşaver’de kesişir. Vivian, hayallerini süsleyen tarihi objeyi bulmak için gelmiştir Peşaver’e ve Necip, ona rehberlik etmektedir. Bu rehberlik süreci içinde, zeki ve sevecen bir çocuk olan Necip, daha önce hiç kafa yormadığı kadim tarihin cazibesini keşfedecek ve Vivian’den aldığı dersler sayesinde üzerinde yaşadığı toprakların içinde gizli kültürel mirasa tutkuyla bağlanacaktır. Kayyum ise, o tozun dumana karıştığı günler içinde geri döndüğü memleketinde, el yordamıyla kendini ve “kimliğini” aramaktadır. Ne var ki Peşaver, hiç de “sakin ve huzurlu” bir ortama sahip değildir ve gelişmeler, yakın tarihin önemli ayaklanmaları ve bağımsızlık savaşlarına doğru gidecek bir süreci işaret etmektedir.


“Taşlarda Gizli Tanrılar”, acı ve tutkunun, aşk ve savaşın, aidiyet ve yabancılaşmanın, güven ve kuşkunun sarmaş dolaş olduğu bir dünyanın, bireylerin yaşamları üzerinde nasıl kritik etkilere sahip olduğunu ve ne denli derin izler bırakabileceğini sergilemeye çalışan, değişik bir roman. Sömürge dönemini ve o coğrafyanın çok renkli kültürünü Kipling’den bu yana, bu kadar çarpıcı anlatan bir kitap okumadığımı söyleyebilirim.



Kamila Shamsie, derinine indikçe yürek sızlatan bir dönemin çarpıcı gelişmelerini alabildiğine yumuşak bir dil ve kayarcasına ilerleyen bir teknikle okura aktarırken, iyi bildiği bir kültürün dramatik parçalanmışlığını da hikayesinin içine yedirmeyi başarmış.  “Taşlarda Gizli Tanrılar”da arkeoloji heyecanı ve mitlerin gizemini, sömürge Hindistanı’ndaki toplumsal çalkantıları, yakın tarihin bu kritik döneminin o coğrafyada yol açtığı acıları bulacaksınız. Bunların tümünü, büyülü bir dille ve son derece sürükleyici bir kurgu içinde aktaran Shamsie, gerçekten de bu yüzyılın önemli yazarlarından biri olarak anılmayı hak ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder