Şeytanın Genel Tarihi / Gerald Messadie / Çev: Işık Ergüden
/ Epsilon
Aşağı yukarı 1600 yıldır mutlak kötülüğün ruhani temsilcisi
olarak, hem dinsel hem de popüler kültürün merkezine yerleşen Şeytan gibi
figürün izlerini sürmek, ilk bakışta kolay gibi görünebilir. Okuduğunuz çizgi
romanlarda, izlediğiniz filmlerde, dinlediğiniz şarkılarda sık sık ve en tipik
görünümleriyle karşımıza çıkan bir “kavramsal kahraman”la ilgili, yüzlerce
ipucu ve ayrıntı yakalayarak, derli toplu bir tarih elde edeceğinizi varsayabilirsiniz.
Genellikle koyu kırmızı renklere bürünmüş bedeni, başının üzerindeki sivri
boynuzları ve keçi ayaklarıyla her köşe başından göz kırpmaktadır neredeyse
size. Kimi zaman Doktor Faust’un ruhuna ipotek koyan Mephisto’dur, kimi zaman
“The Exorcist” filmindeki gibi ruhları gasp eden dehşet verici bir varlık.
Günlük konuşmalarımızda adı sık sık anılır, kulağı çınlatılır; bazen de
“kulağına kurşun” akıtılır. Kimileri şanssızlığını yenip onun “bacağını
kırmıştır” sözgelimi; kimileri de o denli hilekar ve oyunbazdır ki, ona
“papucunu ters giydirir.” Yaşanan, yaşatılan, maruz kalınan kötülüklerin
faturası genellikle ona kesilir: “Şeytan’a uyulur”, hata yapılır. Bazen “Şeytan diyor ki” kalıbıyla başlayan
cümlelerde, aklımızdan geçen ama yapmaktan kendimizi alıkoyduğumuz eylemlerle
ilgili olarak onun “mentor” kimliğinden söz ederiz. Aldatır, kışkırtır, yoldan
çıkarır, tongaya düşürür.
Modern toplumda bir kötülük metaforuna dönüşen bu mitolojik varlığın insanlığa
sunulduğu metinlereyse, tektanrılı dinlerin kutsal kitaplarında rastlarız. Daha
net bir ifadeyle, dördüncü yüzyıldan, yani Hıristiyanlığın yayılmasından
itibaren Tanrı’nın “düşmanı” olarak konumlandırılmış bir “düşmüş melek”
kimliğiyle çıkar karşımıza. Aynı gelenek, tektanrılı dinlerin sonuncusu İslam’da
da sürdürülür ve Şeytan, insanları doğru yoldan saptırmanın baş aktörü olarak
kendini hissettirir. O halde, “Şeytan’ın Tarihi” ile ilgili bir çalışma yapmak
çok da zor olmasa gerek gibi görünür. Kazdıkça, daha eskiye ait kalıntılar
bulacağınız bir höyükte yapılacak rutin aramalar ve ilmekleri birbirine bağlama
operasyonundan ibaret bir iş olacaktır bu.
Ama işler hiç de göründüğü gibi değildir. Zaman çizelgesinde geriye doğru
gidip, Hıristiyanlığın öncesine doğru uzandıkça, o “standart” görünüm bulanıklaşıverir
ve bildiğimiz biçimiyle Şeytan, kayıplara karışır. Benzerlerini, paralellerini,
öncüllerini saptamak için tarihin derinliklerinde yapacağınız her araştırma,
sizi daha farklı, daha ilgi çekici ve daha renkli yerlere doğru götürecek, ama
bizim klasik Şeytan’dan da uzaklaştıracaktır.
Fransız gazeteci ve yazar Gerald Messadie, 1990’ların başında, işte bu kolay
gibi görünen zor işin peşine düşmüş ve sonuçta “Şeytanın Genel Tarihi” adlı
oylumlu ve sürükleyici çalışmayı çıkarmıştı ortaya. Baskısı tükenen bu önemli
yapıt, yine Işık Ergüden çevirisiyle, Pegasus tarafından yeniden yayımlandı ve
şu günlerde raflardaki yerini aldı. Messadie’yi bilen, onun yazı üslubunu
tanıyanlar, çok fazla söze gerek kalmadan, nasıl bir kitapla karşılaşacaklarını
anlamışlardır. Bir Katolik olarak yetiştirilen ama kuşkuculuğu ve
sorgulayıcılığıyla bambaşka noktalara uzanan bu makale ve araştırma yazarını,
Türkiyeli okuyucu “Musa: Mısır Prensi” adlı kurgusal çalışmasıyla da
anımsayacaktır. Batı’daysa, “Tanrı’nın Genel Tarihi”nin de dahil olduğu çok
sayıda araştırması ve makalesiyle, ortodoks bilimin çok da bulaşmak istemediği
alanlara yönelik kayda değer yapıtlar ortaya koyan bir düşünür olarak tanınır.
Messadie, “Şeytan’ın Genel Tarihi”nde, zaman ve mekan içinde çok yönlü (ve
mümkün olduğunca sistematik) gezilere çıkarak, tektanrılı dinler öncesinde ve
diğer coğrafyalardaki inanç sistemlerinde Şeytan’la ilişkilendirilebilecek bir
mitolojik figürün varlığını sorguluyor. Dolayısıyla bu araştırması, bir
spiritüel kavram olarak Şeytan’ın kültürlerce paylaşılıp iletilen bir
sürekliliği olup olmadığı noktasına yoğunlaştığı gibi, böyle bir “mutlak
kötülük” sembolünün insanoğlu düşüncesindeki evrenselliği meselesini de masaya
yatırıyor.
Tarih ve mitolojiye ilgi duyanların kolayca tahmin edebileceği gibi,
Messadie’nin planladığı yolculuktaki istasyonlar, Şeytan’ın paralel izlerini
bulma amacıyla sondaj yapılacak kadim kültürler. Sözgelimi, ışığın tanrısı
Ahura Mazda’nın karşısında karanlığın temsilcisi Ahriman kimliğiyle tezahür eden
varlığı, Zerdüşt düşüncesinin labirentlerinde sabırla izliyor yazar. Bir başka
bölümde, Mezopotamya’nın ürkütücü ve karanlık mit figürlerinden Baalzebub’ta
Şeytan’dan bir izle karşılaşıp karşılaşamayacağımızı sorguluyor. Hindistan
topraklarında yıkım ve yok edicilikle özdeşleşen Şiva ya da onun öncülü
Kali’nin niteliklerini ele alıp, olası “akrabalıkları” inceliyor. Yine bir diğer bölümde, Mısır inanç ve
düşünce sistemindeki paralel “kötü” ilahi varlıkları sorgulayarak, Seth gibi
varlıkları Şeytan’la karşılaştırıyor. Hatta okyanusun diğer yakasına da uzanıp,
Aztek düalizminin merkezindeki iki karşıt ilahi güçten Tezcatlipoca’yı mercek
altına alıyor. Ortadoğu’dan Hint ülkesine, Mısır’dan Pasifik’e, Yunan’dan Pers
topraklarına ve Aztek/Maya kültürlerine dek her yerde, Şeytan’ın hikayesini
araştırıp okurun önüne sunuyor kısacası.
Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki, mitoloji ve inanç sistemleri tarihi ilgi
alanınıza girmiyor olsa bile, “Şeytan’ın Genel Tarihi”ni keyif alarak
okuyacağınıza garanti verebilirim. Messadie’nin okuru yormayan, sürükleyici ve
yoğun anlatımı sayesinde, beş yüz sayfayı aşkın kitap bir solukta okunuyor. Son
sayfayı çevirdiğinizde, bu okuma süreci içinde hiç fark etmeden ne çok şey
öğrendiğinizi görüyorsunuz ki, bu da başka bir keyif unsuru. Dinlerin, inanç
sistemlerinin, mitolojilerin ve spiritüel kavramların giderek daha çok ve daha
sık konuşulmaya/tartışılmaya başladığı bu dönemde, “Şeytan’ın Genel Tarihi” her
entelektüelin kitaplığında bulunması gereken, değerli bir yapıt. Çevirinin kalitesinin
bu değere değer kattığını da belirterek, noktalayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder