Başlangıç / Dan Brown / Çev: Petek Demir İncek / Altın
Kitaplar
Amerikalı gizem/gerilim romanları yazarı Dan Brown,
"Cehennem"in (Inferno) üzerinden dört yıl geçtikten sonra yeniden
klavyesinin başına oturmuş ve en iyi yaptığı şeyi yineleyerek, merak duygusunu
sürekli canlı tutan, entrikalarla örülü, yüksek tempolu bir roman çıkarmış
ortaya. Bunu yaparken de, yirmi yıldır titizlikle bağlı kaldığı alışılmış kurgu
şablonlarını bir kez daha devreye sokmuş: Yine yirmi dört saat içinde tırmanıp
sonuçlanan bir gerilim, tarihin derinliklerinden dikkatle derlenmiş malzemeler,
Katolik kilisesinin çevresinde dönüp duran tedirgin edici entrikalar, kaderi
sorgulanmaya başlamış bir monarşinin içsel bunalımları ve elbette tüm bu
gizemlerin merkezinde de dinsel semboller uzmanı Profesör Robert Langdon'ın
zengin bilgi dağarcığı ve keskin zekası. Agatha Christie'nin vazgeçilmezi
Hercules Poirot, Sir Conan Doyle'un dahi dedektifi Sherlock Holmes ya da Paul
Simenon'un ünlü komiser Maigret'i gibi, Dan Brown'ın da bütün romanlarında
kullandığı (belki biraz kendisiyle de özdeşleşen) karizmatik Langdon,
"Başlangıç" (Origin) adlı bu son romanda da, derin ve üzeri katmerli
bilmecelerle örtülmüş şifreleri çözmeye çalışıyor.
Yaşam hikâyesi ve kariyeri iniş çıkışlarla dolu, oldukça renkli özgeçmişe sahip bir yazar, Dan Brown. Hatta
yazmaya başlaması bile bir anlamda rastlantılar sonucu alınmış bir kararla,
otuz iki yaşından sonra başlayan, ilginç bir kişilik. Matematik öğretmeni bir
baba ve kilise orgçusu bir annenin ilk çocuğu olarak, Exeter'da doğmuş ve
büyümüş (tıpkı kahramanı Robert Langdon gibi.) Anglikan kilisesinin Yeni
Dünya'daki uzantısı olarak kurulan Episcopal kilisesinin bir mensubu olan
ailesinin etkisiyle (yaygın kanının aksine) oldukça dindar bir çocuk olarak
yetiştirilmiş. O günlere ait anıları sorulduğunda, okula başlayıp kozmoloji ve
astronomi okumaya başladıktan sonra bilime olan tutkulu ilgisinin onu ilkin
başka yönlere doğru ilerletip, sonuçta bambaşka bir yoldan yine spiritüel bir
zemine taşıdığından söz ediyor. Gizem ve bilmecelere olan merakıysa, yine
çocukluk günlerinden kalma. Baba Richard Brown, noel zamanlarında ağacın altına
çocukları için hediye paketleri bırakmak yerine, onları iz sürerek bu
hediyeleri bulmaya yönlendiren "define avları" düzenlermiş. ("Da
Vinci Şifresi"nde bu avlara ilişkin anıların esintilerini bulmak mümkün.)
Bu durum Brown'ı sayı bulmaca oyunlarına, anagramlara ve şifre çözmeye yatkın
hale getiren bir gizem tutkusunu da sürekli beslemiş.
İlginçtir ki, kariyerinin başlangıcında yazarlık değil, müzisyenlik var. Çok da
başarılı olmayan birkaç albüm çalışması, Hollywood'da şarkıcı/piyanist/besteci
olarak tutunma çabaları ve çok önemsediği "Melekler ve Şeytanlar"
adlı albümünün beklediği sonuçları vermemesi üzerine, "iş arkadaşım,
yapımcım, yılmaz destekçim ve terapistim" dediği karısıyla birlikte
çocukluğunun geçtiği New Hampshire'a yerleşip, Phillips Exeter'da İngilizce
öğretmenliği yapmaya başlamış. (Tıpkı, kahramanı Robert Langdon gibi, onun da
yolu Exeter okullarından geçmiş yani.) Ayrıca bir başka okulda da ortaokul
sınıflarına İspanyolca dersleri vermiş.
Kariyerindeki dramatik değişim, 1993 yılında yaz tatilindeyken Sidney
Sheldon'ın "Kıyamet Komplosu" (The Doomsday Conspiracy) adlı romanını
severek okuması ve "Ben de bu tür gizem ve gerilim romanları
yazmalıyım" demesinden sonra başlıyor. 1996'da öğretmenliği bırakıp
kendini tümüyle yazarlığa veriyor ve ilkin "Dijital Kale"yi, ardından
da "Melekler ve Şeytanlar"ı kaleme alıyor. Müzisyenlik döneminde
yaptığı aynı adlı albümü için grafiker
John Langdon'ın hazırladığı tasarımı, "Melekler ve Şeytanlar"ın
kapağında da kullanıyor bu arada. (Zaten baş kahramanı Robert Langdon'ın soyadı
da, bu ünlü grafikere yapılmış bir "jest" niteliğinde.) Hikâyenin
sonrası malum: "Da Vinci Şifresi" ile birlikte gelen sansasyonel
başarı, "Kayıp Sembol" ve "Cehennem"in ardından,
"Başlangıç" adlı son romanıyla devam etme yolunda.
Gelelim, Profesör Langdon'ın bu seferki serüvenine: Bilgisayar dahisi ve
"oyun teorisi erbabı" Edmond Kirsch, yeni ve çok çarpıcı bir bilimsel
keşifte bulunmuş ve bunu dünyaya olabildiğince sansasyonel biçimde duyurmanın
hazırlıklarına girişmiştir. Robert Langdon'ın da üniversitede en sevdiği
öğrencilerinden biri olan Kirsch, duyuru gününe dek sır gibi sakladığı bilimsel
bulgularının, dünyadaki tüm yerleşik kurumsal dinleri temelinden sarsacağını
iddia etmektedir. İlk tepkilerini görmek üzere, üç büyük dinin temsilcileriyle
bir manastırın kütüphanesinde gizli bir toplantı düzenler ve onlara ne
bulduğunu açıklar. Sunumu, bir katolik piskopos, bir haham ve bir müslüman
aliminden oluşan bu temsilciler üzerinde, tam da beklediği gibi bir etki
yaratmış ve onları derinden sarsmıştır. Din adamlarının bu bulguyu açıklamaması
için yaptıkları istek ve baskılara rağmen, bir hafta sonra, Bilbao'daki
Guggenheim Müzesi'nde görkemli bir toplantı düzenler. Üstelik, bu toplantıda
büyük buluş yalnızca üç yüz civarındaki seçkin davetliye açıklanmakla
kalmayacak, canlı yayınla internet üzerinden dünyaya da duyurulacaktır. Ne var
ki, toplantının en kritik anında, tam da Kirsch "dinleri yerle bir
edecek" keşfini açıklamak üzereyken, bir silah sesi duyulur ve bilgisayar
dahisi, cansız yere düşer. Uğruna öldürüldüğü bilimsel buluş, tümüyle bir sır
olmuştur artık. Tek bilinen, cinayetin olay yerinden hızla uzaklaşan, beyaz
üniformalı bir İspanyol amirali tarafından işlendiğidir. Bilmeceyi çözmek, eski
öğrencisinin gözleri önünde öldürülmesinin şokunu atlatmaya çalışan Langdon'a
düşecektir elbette. Bu serüvende yardımcısı, Guggenheim Müzesi'nin güzel halkla
ilişkiler müdiresi (ve İspanya prensi Julian'ın müstakbel eşi) Ambra Vidal
olacaktır.
Başta da belirttiğim gibi Dan Brown, merkezinde yine Katolik Kilisesi'nin ve
kuşku uyandıran bağlantılar içindeki din adamlarının yer aldığı bir bilmece
kurgulamış. Bir yandan cinayeti kimin, ne amaçla işlediğini anlamaya
çalışırken, bir yandan da Brown'ın romanın sonuna dek okurdan bile titizlikle
sakladığı, bütün dinleri temelinden sarsma iddiasındaki buluşun ne olduğunu
merak ediyorsunuz. Gerilim, oldukça girift ilişkiler, birbiri ardına ortaya
çıkan çetrefil bilmeceler ve soluk soluğa bir kaçma-kovalama sürecinin içinde
adım adım tırmandırılıyor. Hakkını vermek gerek, Brown bu işi iyi beceriyor gerçekten.
Ama uyarmadı demeyin; (tıpkı daha önceki romanlarında olduğu gibi) sayfalar
ilerledikçe okurun beklentilerini o kadar yükseltiyor ki, finale geldiğinizde
söz konusu beklentilerin o yükseklikten süzülerek epey aşağılarda bir yere
vardığına da tanık olup, ufak çapta bir hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder