24 Ekim 2015

Hayata 1-0 yenik başlayanların hikâyeleri



Çocuklar İnsandır / Yaşar Kemal / YKY

Çocukları sevmek başka şey, onları gerçekten anlamak ya da en azından “anlamaya istekli” olmak başka şey. Asıl zor olanıysa, yetişkinliğin “aşınmış” ruh haline rağmen çocuklarla iletişim kurmayı becermek. Doğru ve etkili iletişim kuracaksınız ki, onları gerçekten anlayabilesiniz. Bunun için de, her şeyden önce çocukların size güvenmesini sağlamak zorundasınız. Kendini  yukarılarda bir yerlerde konumlandırıp, onlara uzaktan bakan biri gibi görmeyecekler ki sizi, güvensinler ve iç dünyalarını hiç tedirginlik duymadan açıp sergilesinler. Size açılan o dünyaya önyargısızca erişmeye başladığınız andan itibaren çocuklarla iletişiminiz sağlıklı hale gelebilir ancak; onları doğru anlamanın sırrı da burada yatar.



Tüm bunlar, “sevmek” meselesinden bağımsızdır elbette. Yoksa iş lafa geldiğinde, konuşacağınız hemen herkes, size çocukları ne kadar sevdiğini ve önemsediğini anlatacaktır, dilinin döndüğünce. Kimileri onların “yarının kurucuları” olmasıyla ilgili beklentilerinden söz eder, kimileri “masumiyet”lerine ve “kirlenmemişlik”lerine değinir, kimileri de çocukları “çiçek” olarak görmeyi yeğler. Çoğu kişi de, onlara hiçbir şey danışılmadan kurulup biçimlendirilmiş, ortasına doğmaktan başka bir seçeneğe sahip olmadıkları bir düzenin “müstakbel bekçileri” etiketini yapıştırır çocuklara ve kendi önem verdiği değerleri “emanet etme” sevdasını gizlemez. Oysa ne “çiçek”tir çocuklar, ne de önceki kuşaklarca dayatılmış bir sistemin zorunlu emanetçisi. “Masumiyet ve kirlenmemişlik” meselesiniyse, bütünüyle konu dışı tutmak muhtemelen en hayırlısı olacaktır. Çocuklar, her şeyden önce “insan”dır çünkü; insanın söz konusu olduğu yerdeyse masumiyet hem fazlasıyla göreceli, hem de belki alabildiğine ideolojik bir kavramdır.

“Ben çocukları severim,” diyor Yaşar Kemal. “Onları anlamaya çalışırım, sevmekten daha çok. Ben çocuklara çocuk gibi davranmam. Bir çocukla ilişkim, dostluğum, arkadaşlığım varsa, o benim arkadaşımdır, çocuk değildir. Çocuk gibi bakmam. Ayrı bir insan türü gibi bakmam. Niye bu böyle? İnanmadım hiçbir zaman çocukların, insanların çocuklara davrandığı gibi çocuk olduklarına. Basbayağı insandır onlar. Çok şeyler öğrenmemiştir daha, zenginliği azdır yaşlanmış insanlara karşılık, daha az yaşamıştır ama düpedüz insandır.”

Şubat ayının son günü yitirdiğimiz büyük usta, 1975 yılının Eylül ve Ekim aylarında bölümler halinde gazetede yayımlanmak üzere hazırladığı dizi röportajların merkezine de, haftalar boyu İstanbul’un sokaklarında tanışıp sohbet ettiği bu “arkadaşlarını” yerleştirmişti işte. Üstelik sıkıntılarını, düşlerini, kırgınlıklarını, umut ve umutsuzluklarını anlattığı çocukları, aileleriyle birlikte kendi evlerinde yaşayanlardan değil, hayata “1-0 yenik” başlayanlardan, yani sokak çocuklarından seçmişti. Bir başka deyişle, güvenlerini kazanıp sağlıklı iletişim kurmanın görece çok daha zor olduğu çocuklardan. Kimileri ayakkabı boyacısıydı, kimileri hamal, kimileri balıkçı; bir kısmı da yankesici, hırsız, berduş, esrar satıcısı. Ortak özellikleri itilmiş ve dışlanmış olmaları, kimsesizlikleri, yokluğun ve yoksunluğun diplerinde dolaşmaları olan bu çocuklar, dinledikçe insanın yüreğini dağlayan acılarla iç içe yaşamış ve bunları göğüsleyip ayakta kalmaya çalışmışlardı. “Masum” değildiler, “çiçek” hiç değildiler; ama “düpedüz insandılar”, ustanın dediği gibi.

Sokak çocuklarıyla, kimsesizlerle, korku ve dehşeti gündelik hayatlarının sıradan bir parçası olarak kabullenmekten başka çaresi kalmayanlarla, uzun ve kapsamlı röportajları nasıl yaparsınız? Bunların alabildiğine doğal ve inandırıcı, bir solukta okunacak çarpıcılıkta olmasını nasıl sağlarsınız? Her şeyden önce, ruhları yara bere içindeki bu küçücük insancıkların size güvenip iç dünyalarını açmalarının yolunu nasıl bulursunuz? Henüz “sokak çocukları” konusunun kamuoyunda tartışılan sosyal yaralardan biri haline gelmediği 1975 yılında bunu gerçekleştirmenin ne denli çetin bir iş olduğu ortada.

Yaşar Kemal, hiçbir “aracı” ya da “yardımcı” kullanmadan, doğrudan doğruya bu çocuklarla kendi iletişim kurarak, ilmek ilmek dokumuş yazı dizisini. Gecenin yarısında parklarda, İstanbul’un sahillerinde, tren istasyonları ve varoşlarında yürüyüşlere çıkmış. Çocukları gördüğü yerde, “Merhaba” diye yanlarına gidip, başlamış sohbete. İlkin tedirgin olmuşlar, bazıları terslemiş, kuşkuyla bakıp uzaklaşmış. Ama yavaş yavaş, çoğunun güvenini kazanmayı başarmış. Sahildeki kayaların üzerinde, parklarda, limanlarda sabahlara dek laflamış onlarla.

“Sabaha kadar orada, parkın kanepelerinde yan yana oturup sigara içtik. Üstümüze çiy yağdı. Gün doğdu, günün ucu yüzlerimizi yaladı. Hepsinin yüzü sapsarıydı. Gittikçe dost olduk.”

Günler, geceler, haftalar boyunca, bulunan her fırsatta sürdürülen bu uzun sohbetler ve kurulan dostluklar, her birinin hikâyesini öğrenip, iç dünyalarını daha yakından görmesini sağlamış Yaşar Kemal’in. Bir kısmı evden kaçıp sokaklara düşen, bir kısmıysa itilip kakılıp zorla uzaklaştırılan bu çocukların her biri için, yazı dizisinde kullanacağı birer takma ad bulmuş, hatta bunu çoğu kez onlara danışarak yapmış.

“Hepsi hapishane görmüştü aşağı yukarı. Hepsi hırsızlık yapmıştı. Hepsi esrar içmişti. İkisi yankesiciydi. Kendi deyimlerince içlerinde ‘saf’, ‘çaylak’ yoktu. (...) Her şeyi, yaptıkları bütün hırsızlıkları, yankesicilikleri, bütün kirli işleri, esrar kaçakçılıklarını, sigara satıcılıklarını, zamparalıklarını, her şeyi akan bir sel gibi bana açık açık anlatıyorlardı. (...) Bana birden güvenmişlerdi. Güvenmişler miydi?” 

“Çocuklar İnsandır” başlığını taşıyan ve yayımlandığı dönemde büyük yankı yaratan yazı dizisi, yaklaşık kırk yıl sonra, Ara Güler’in fotoğrafları ve Turhan Selçuk’un çizimleriyle birlikte, kitap olarak elimizde. İlk satırlardan itibaren büyüsüne kapılacağınız bu kitabı okurken kimi zaman tokat yemiş gibi irkilecek, kimi zaman da başınız okşanarak sakinleştirildiğinizi hissedecek ama asla kayıtsız kalamayacaksınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder