24 Ekim 2015

Uygarlığın beşiğini tanımak ve anlamak



Tarihin Başlangıçları / Pierre Bordeuil, Françoise Briquel-Chatonnet, Cecile Michel / Çev: Levent Başaran / ALFA


Bildiğimiz ve tanımladığımız biçimiyle “uygarlık” sürecinin ilk filizlerine ev sahipliği yapmış bir coğrafyada yaşıyoruz. İnsanlık tarihindeki en önemli evrelerden birinin ortaya çıktığı; toplumun sosyal ve siyasal kurumlarını da biçimlendirerek örgütlenmeye başladığı topraklar üzerinde geziniyoruz yani. Bunun keyif alınabilecek yanları da var, ağır sorumluluk yükleyen yanları da. Her şeyden önce, yaygın deyişle “uygarlığa beşik olmuş” bir bölgede yaşıyorsanız, tüm insanlığın tarihiyle ilgili en değerli mirası da elinizde tutuyorsunuz demektirki, bunu koruma gerekliliği de doğal olarak omuzlarınıza yüklenmiştir. Oysa yine bu coğrafya, kültürel ve tarihi varlıklara sahip çıkıp onların zarar görmesini önlemenin en zor olduğu bölgelerden biridir. 2003’te Irak’ın işgaliyle başlayıp, son birkaç yıldır Ortadoğu’ya dehşetengiz görüntüler yaşatan Suriye iç savaşıyla devam etmekteki kaos, binlerce can kaybının yanı sıra, bir daha asla yerine konamayacak tarihsel varlıkların yok olması gibi bir tehlikeyi gündeme getirmiştir çünkü. Suriye’nin kuzeyindeki savaş ve talan, Nineve başta olmak üzere, bu bölgenin en önemli tarihsel yerleşim merkezlerini, telafisi mümkün olmayan kayıplarla yüz yüze bırakmıştır. Eğer bir şekilde durdurulmazsa, bu barbarlığın tüm insanlığa faturası sanılandan çok daha büyük olacağa benzemektedir.



Tarihi ve kültürel mirasınıza sahip çıkmanın yolu elbette ilkin o mirası anlamak, bilmek ve tanımaktan geçer ki, yine üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki en temel sorunlardan biri, bu bilincin henüz epey uzağında olunmasıdır. Ortadoğu ya da tarih söz konusu olduğunda daha sık kullanılan adıyla Yakındoğu, elinde tuttuğu topraklarda kendinden önce yaşamış kadim uygarlıkların kültür ve inançlarını “yabancı” ve hatta “ilkel” gören toplumlara ev sahipliği yapmaktadır bugün. Hayata bakışın merkezine inanç kaynaklı dogmalar girdiği anda da, binlerce yıl gerilere giden eski ve köklü kültürleri anlamak, giderek daha zorlaşır ve en önemlisi, insanların gözündeki anlam ve değerini yitirmeye başlar.

Bu zorlukların aşılması için her şeyden önce ilgi, merak ve elbette “bilgilenme güdüsü” gerekmektedir ama ne yazık ki yine bu coğrafyada yaşayan insanların önemli bir çoğunluğu için okuma eylemi, gereksiz bir külfet olarak görülmektedir. Bugünün teknolojisinin geliştirdiği en yeni cihazlara avuç dolusu para ödeyerek sahip olmakta yarışan ve saatlerini, hatta günlerini “akıllı cihaz”larının ekranına bakarak geçirebilen insanlar, okumak söz konusu olduğunda ya “kitapların pahalılığından” ya da günlük hayat içinde okumaya “vakit bulamadıklarından” yakınır dururlar. Hele tarih kitapları ve referans kaynakları söz konusu olduğunda, nedense bu isteksizlik daha da artar. Bugünü anlamanın yolunun geçmişi iyi tanımaktan geçtiğini vurgulayan şu beylik cümleleri istediğiniz kadar yineleyip durun, üzerinde yaşadığı toprakların renkli ve heyecan verici geçmişiyle ilgili merak ve ilgi uyandırmakta çok da başarılı olamazsınız.

Yakın zamana dek bu durum yalnızca potansiyel okuyucular için değil, yayıncılar için de ciddi bir bariyer oluşturuyordu. Bundan yirmi yıl kadar önce ülkedeki en büyük kitap satış mağazalarına gittiğinizde dahi, sözgelimi Mezopotamya ve Yakındoğu tarihi üzerine bulabileceğiniz Türkçe kaynakların sayısı, iki elin parmaklarını geçmezdi. İşin içinde kaçınılmaz olarak “ticari kaygılar” vardı elbette: Yüzlerce sayfalık bir tarih çalışmasını alıp okumaya istekli kaç kişi vardı ki ülkede, bu maliyetleri göze alıp basacaktı yayıncılar? Gerçekten meraklı ve istekli bir okursanız, beklentilerinizi tatmin edecek referans kaynaklarına ve güncel çalışmalara ulaşabilmek için en az bir yabancı dili okuyabiliyor olmalıydınız.

Neyse ki, özellikle son on yılda yayıncılığın gösterdiği hızlı gelişmeyle birlikte bu alandaki boşluk, yavaş yavaş doldurulmaya başladı. Henüz Yakındoğu, Eski Mısır, Hint kültürleri konusundaki temel başvuru kaynaklarının Türkçe literatüre kazandırılmasıyla ilgili önemli eksiklikler olsa da, her geçen yıl meraklı okura hitap edilebilecek daha fazla kitap çevrilerek yayın yelpazesine kazandırılıyor. Yeri geldikçe bu tür çalışmalara değinip, Vatan Kitap sayfalarında referans kitaplarını tanıtmaya çalışıyorum. Bunların en yenilerinden biri de, geniş bir yazar/editör ekibi tarafından hazırlanan, “Tarihin Başlangıçları” adlı çalışma.

Eski yakındoğu kültür ve uygarlıklarını, tarihsel gelişim süreci içinde tüm yönleriyle ele almayı amaçlayan bu kitap, geçmişi en az beş bin yıl ötelere dek uzanan bir süreci, olabildiğince derli toplu biçimde, okurla birlikte adımlamaya çalışıyor. Ağırlıklı olarak Mezopotamya ve Suriye topraklarındaki kentleşme ve krallık yapılarının oluşumuna yoğunlaşan yazarlar, aynı sürecin Doğu Akdeniz, Levant ve kısmen Anadolu’daki izdüşümlerini de ele alıyorlar bu kapsamlı derleme içinde.

İlk iki bölüm, mümkün olduğunca kronolojik bir çizgi izleyerek, söz konusu coğrafyada basit tarım yerleşimleri ve köylerden, zanaat ve mimarinin gelişip çok katmanlı ekonomik yapıların oluştuğu kentlere geçişi ve bunun sosyopolitik sonuçlarını, kolay okunur bir akış içinde okura sunuyor. Gordon Childe başta olmak üzere kimi uzmanların “Neolitik Devrim” olarak adlandırdıkları sürecin, birkaç bin yıl sonrasında başlıyor yani, kitabın ana ekseni. Bugün “uygarlık” dediğimiz kavramın ortaya çıkmasında birinci derecede rol oynayan, çünkü göçebelikten yerleşikliğe geçmenin maddi temellerini sağlayan “tarım”ın başlangıcı üzerine kısa bir girişin ardından, süreçte bir sıçrama yaratan kentler, kent birlikleri ve “federe” siyasi oluşumları tüm yönleriyle sergilemeye çalışıyor.

Yerleşik kültürün ve “soyut düşünce” tarihinin ilk örnekleri olan Nevali Çori, Çayönü, Göbeklitepe ve Çatalhöyük’e değinilmeksizin, bu zemin üzerinde Mezopotamya’nın aşağı ve yukarısında, Suriye’nin kuzey bölgeleri ve Doğu Akdeniz kıyılarında ortaya çıkan görece gelişmiş kentleri ve bu yapılardaki sosyal örgütlenmeleri, kitap boyunca somut örnekler eşliğinde takip edebiliyor okur. Uzmanların “Verimli Hilal” olarak adlandırdıkları bölgede günümüzden beş bin yılı aşkın süre önce ortaya çıkan Uruk, Eridu, Nippur gibi Sümer kent-devletlerinden, Suriye bölgesindeki Ebla ve Nineve’ye; Akdeniz kıyılarındaki Fenike yerleşimlerinden Kenan kentlerine ve İran’ın batısındaki ilk gelişmiş kentlere dek Yakındoğu’daki uygarlık serüveninin kilometre taşlarını, bu bölgede hayatın akışını etkileyen teknik ve sosyal gelişmeler eşliğinde izleyebiliyoruz. Bu ilk iki bölüm, Yakındoğu tarihindeki dönüm noktalarından biri olan, Sami uygarlığı Akad’ların Kral Sargon önderliğinde bir “imparatorluğa” evrilmesi ve bunu izleyen gelişmelere dek, nispeten düzenli bir sıra izliyor.

Sonraki iki bölüm, ağırlıklı olarak Yakındoğu toplumlarının sosyal ve düşünsel gelişimleri üzerine yoğunlaşmış. İnsanlık tarihinin en önemli kazanımlarından biri olan “yazı”nın geliştirilmesi ve yaygın kullanımı başta olmak üzere, Asur kralı Asurbanipal’in döneminde oluşturulan devasa  kütüphaneler ve eğitim kurumlarının toplum yaşamı üzerindeki yansımalarını bulduğumuz üçüncü bölümde, yine Akad imparatorluğu döneminde hazırlanmış yasa ve hukuk sistemlerine ilişkin de çok örnekli açıklamalara yer verilmiş. Aile, sosyal örgütlenme, ticaret ve yönetsel sorunlara ilişkin düzenleme ve uygulamalar, günümüzden yaklaşık üç bin beş yüz yıl önceki Yakındoğu yaşamına ilişkin kolay anlaşılır bir çerçeve çiziyor.

Dördüncü ve son bölüm, bütünüyle Yakındoğu ve Mezopotamya’daki evren anlayışı, düşünce biçimleri ve inanç sistemlerini konu alıyor. Tapınaklarda merkezlenen kozmoloji araştırmaları ve “Ziggurat” adlı gözlemevlerinde oluşturulan astronomik kayıtlardan tutun, evrendoğum (kozmogoni) ve yaratılış mitlerine dek, bölge insanlarının binlerce yıl içinde oluşturup biçimlendirdikleri kültürden kesitleri bulabiliyoruz bu bölümde. Yine toplum yaşamının belirleyici unsurlarından sanat ve müzik, ritüellerle ilişkisi içinde ele alınırken, İnanna’nın Yolculuğu ve Gılgamış Destanı gibi anlatılar eşliğinde Yakındoğu mitsel edebiyatından örnekleri izleyebiliyoruz.

“Tarihin Başlangıçları”, elbette bu alandaki kaynak ve referans birikimine katkıda bulunabilecek, boşluğu doldurmaya yardımcı olacak yapıtlardan biri. Ancak kitabın genel dokusu içinde yadırgamadığım şeyler de yok değil. Her şeyden önce, bölgedeki toplumsal dönüşümler sırasında ortaya çıkan en önemli kırılma noktalarından biri diyebileceğimiz “ataerkilleşme” sorununun üzerinden atlanmış görünüyor. Oysa tarım yerleşimlerinden kent-devletlerine geçiş sürecindeki en kritik ve sonuçları açısından en ağır dönüşümlerden biridir bu. Kadının toplumsal statüsünü yitirmesinin belirleyiciliği hafife alınınca, devamında da “sosyal sınıflar”ın ortaya çıkışı ve “devlet” olgusunun ana niteliği bir şekilde göz ardı edilmiş oluyor kitapta. Bir diğer yadırgadığım nokta, Eski Ahit’in kitap boyunca sık sık “geçerli bir tarihsel kaynak”mış gibi kullanılması ve alıntılara yer verilmesi. Yakındoğu çalışmalarında çok da aşina olmadığımız, nesnellik konusunda soru işaretleri yaratan bir tavır bu. Her şeye karşın, “tarihin başlangıçlarına” ilgi duyan ve üzerinde yaşadığımız coğrafyada yeşeren uygarlığın kökenlerini anlamak isteyenlerin, el altında bulundurmak isteyecekleri bir çalışma, “Tarihin Başlangıçları”.


İlk yayın: Vatan Kitap - 15 Nisan 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder