01 Ocak 2015

Sıkıntı fıtratımızda var


Can Sıkıntısının Eğlenceli Tarihi / Peter Toohey / Çev: Zeynep Yılmaz / Doğan Kitap

Can sıkıntısından kaçış yok. Hayatın içinde bazen düzensiz aralıklarla, bazen de sık sık, o tatsız “sıkılma” duygusuna maruz kalıyoruz hepimiz. Kolay tanımlayamadığımız, ayrıntılarını çözümlemeyi pek de beceremediğimiz “flu” bir ruh hali olmasına karşın, adlandırmakta fazla tereddüt etmiyoruz: “Off, canım sıkılıyor.”

Kimi zaman popüler yayın organlarında konuya ilişkin deneme ya da makalelerin, can sıkıntısı dediğimiz bu belirsiz duygusal karmaşayı “modern çağ” insanlarına özgü bir durummuş gibi değerlendirdiklerine tanık oluruz. Bu bakışa göre hayatın temposu bir yandan alabildiğine hızlanırken, bir yandan da fazlasıyla tekdüze bir görünüm vermeye başlamıştır ve artan beklentilerini bu tekdüzelik içinde karşılamakta zorlanan modern insan, can sıkıntısı dediğimiz ruh haliyle iç içe yaşar hale gelmiştir. Daha yaygın bir yaklaşım, can sıkıntısı kavramının zaman ya da çağlardan bağımsız biçimde yalnızca insana özgü bir durum olduğunu; çünkü (hayvanlar alemindeki diğer türlerden farklı olarak) insanın yalnızca temel gereksinimlerinin karşılanmasıyla yetinmediğini dile getirir. Zihinsel ya da spiritüel beklentiler “ayırıcı özellik” olarak insanda o kadar derinleşmiştir ki, “her şeyin yolunda olduğu” dönemlerde bile sıkıntı, yapışkan ve sevimsiz bir yol arkadaşı gibi karşımıza çıkıp durur. Bu noktadan hareketle bazen can sıkıntısı, insanın zihinsel süreçleriyle bağlantılı apaçık bir “felsefi sorun” haline bile gelebilmektedir. Bir başka deyişle, durmaksızın çalışan bir zihnin oluşturduğu “farkındalık hali”, kimi zaman başa bela olmaya başlayarak can sıkıntısını tetikleyebilmektedir.


İşin gerçeğini dürüstçe itiraf edeyim hemen: Daha bu satırları yazmaya başladığım andan itibaren, ciddi bir can sıkıntısından mustarip haldeyim. Konu sıkıntı olunca, insanı en özgürleştirici zihinsel etkinlik olarak gördüğüm yazma eylemi bile sıkıcı hale geliyor. Canı sıkılmadan sıkıntıyı dillendirmek ve bunun üzerine bir şeyler yazmak kolay mı? İşin garibi, bunu yapanlar var. Araştırma ve yazma sürecinde hiç sıkıntı duymuş mudur bilmem ama, Yunan ve Roma kültürü uzmanı Peter Toohey, insan ruhunun bu en eski ve en yaygın “cilve”sini kaleme aldığı “Can Sıkıntısının Eğlenceli Tarihi” adlı kitabında, tüm görünümleriyle “sıkıntı” olgusunu masaya yatırıp didik didik etmiş desek, yeridir. Aşağı yukarı üç bin yıllık bir zaman diliminin içinde zengin örneklerle gezintiye çıkan çalışmasında, kutsal metinlerden efsanelere, klasik romanlardan ünlü tablolara ve psikolojik çözümlemelerden popüler kültürün bildik ürünlerine dek çok geniş bir spektrum içinde “can sıkıntısı” kavramının ele alınış biçimlerini gözden geçirmiş.

“Bir şeyi sıkıcı hale getiren nedir?” diye soruyor Toohey, kitabın girişinde. “Öngörülebilirlik, monotonluk ve kısıtlanmışlık, bunların hepsi  temel unsurlardır. Çok uzun süre değişmeden kalan her durum sıkıcı olabilir.”

Sözünü ettikleri, gerçekten de can sıkıntısını tanımlamaya çalıştığımızda muhtemelen ilk başvuracağımız kavramlar. “Öngörülebilirlik”, içinde yaşadığımız koşulların beklenmedik değişimler ya da dalgalanmalara ne denli kapalı olabileceğiyle ilgili bir rahatsızlık kaynağı. Her şey hep aynı düzen ve aynı akış içinde sürüp gidiyor, küçük sürprizlere bile açık kapı bırakmıyorsa, sıkıntıyı hazırlayan ön koşullar da kendiliğinden doğmuş oluyor. Peki biz “istikrar” sevmiyor muyuz? “Güven” duygusunu o yakındığımız öngörülebilirlik oluşturmuyor mu biraz?

Aslında durum, göründüğünden biraz daha karmaşık. Belki de güven gereksinimi gelişme ve yenilenmenin önüne set çekerek durağanlaşmaya başladığında, sıkıntı dediğimiz tuhaf ruh hali de ortaya çıkıveriyor usulca. Zaten Toohey’nin sözünü ettiği ikinci unsur olan “monotonluk” da, tam bu durumu tarif ediyor. Her şey aynı, her şey bitmek bilmez bir sıradanlık içinde yinelenip duruyor. Hayatın akışına heyecan getirecek yeni bir renk yok. Bu noktada da, üçüncü unsur olan “kısıtlanmışlık” duygusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bir tür kuşatma hali gibi algıladığımız, coşku ve heyecanı uzaklaştıran tatsız bir duygu. Öngörülebilirlik ve monotonluğun yarattığı kısıtlanmışlık her yanımızı çevrelediğinde de, “Canım sıkılıyor” demeye başlıyoruz. Üstelik kimi zaman, bu sıkıntının nedenlerini net olarak ayrıştıramadan yapıyoruz bunu.

Toohey, can sıkıntısının edebiyat ve sanata yansımış kesitlerini de renkli bir akış içinde önümüze servis ederek, bu tatsız ruh halinin ne denli yaygın (ve zaman ya da çağdan bağımsız) olduğuna da dikkat çekiyor. Sözgelimi, Anton Çehov’un Vanya Dayı’sındaki Yelena’nın, Rus taşra hayatının bunaltıcı tekdüzeliğinden kaçışına değiniyor ya da İvan Gonçarov’un ünlü kahramanı Oblomov’un melankolik, depresif ruh halindeki “varoluşsal sıkıntı”dan dem vuruyor. Elbette Jean-Paul Sartre’ın “Bulantı”sındaki, dünyayla bağlarını sorgulayan kahraman Roquentin de bu panoramik sıkıntı analizinde kendine yer bulabiliyor, İsa’nın dua sırasında bunalan havarilerini betimleyen, ressam Lo Spagna’nın “Istırap Bahçesi” tablosu da. Daha renkli ve belki de ürpertici örnekler de var: Stanley Kubrick tarafından perdeye “Shining” adıyla aktarılan ünlü Stephen King romanındaki kahramanın, kısıtlanmışlık ve tekdüzeliğin baskısına yenik düşüp bir tür “cinnet” ile buluşması da Toohey’nin “can sıkıntısı” yürüyüşünde karşımıza çıkabiliyor:

“İşler beklendiği gibi yürümez. Overlook Hotel tabii ki tekinsizdir ve Jack oteldeki doğaüstü varlıkların etkisine ölümcül bir şekilde boyun eğer. Ama hem King hem de Kubrick, basit can sıkıntısının yıpratıcı gücü üzerinde de durmuşlardır. Karısı Wendy, Jack’in oyununu yazmaya çalışmasıyla artan asabiyetini şöyle tanımlar: ‘Daktilodan gelen sesler arasında uzun boşluklar, çöp kutusunda buruşmuş daha da çok kağıt... Küçücük şeylerden bile rahatsız olması... Ağzının bozulması.’ Kubrick filmin ilk sahnelerinden birinde Jack yazma işine başladığında onu otelin Colorado Salonu’nda duvardan sürekli top sektirirken gösterir. Saldırganlık içeren, tipik bir sıkıntı hareketi.”


Toohey, kitabın bütünü içinde, görünüşe göre çok da kaçınabileceğimiz bir durum olmayan sıkıntının, tarih boyunca insanla hep yan yana (ve hatta “yapış yapış”) olmasının getirdiği “olumlu” sonuçlara da çekiyor dikkatimizi: Yaratıcılık, zihinsel zenginlik ve gelişme. Kulağa tuhaf gelse de, can sıkıntısı belki de insanın entelektüel gelişme sürecini itekleyen unsurlardan biri gibi görünüyor. Her ne kadar adının çağrıştırdığı kadar “eğlenceli” bulmasam da, bu kısa “can sıkıntısı tarihi”ni ilgiyle okuduğumu söyleyebilirim.


İlk yayın: Vatan Kitap - 15 Aralık 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder