Can Sıkıntısının Eğlenceli Tarihi / Peter Toohey / Çev: Zeynep Yılmaz / Doğan Kitap
Can sıkıntısından kaçış yok. Hayatın içinde bazen düzensiz
aralıklarla, bazen de sık sık, o tatsız “sıkılma” duygusuna maruz kalıyoruz
hepimiz. Kolay tanımlayamadığımız, ayrıntılarını çözümlemeyi pek de
beceremediğimiz “flu” bir ruh hali olmasına karşın, adlandırmakta fazla
tereddüt etmiyoruz: “Off, canım sıkılıyor.”
Kimi zaman popüler yayın organlarında konuya ilişkin deneme
ya da makalelerin, can sıkıntısı dediğimiz bu belirsiz duygusal karmaşayı
“modern çağ” insanlarına özgü bir durummuş gibi değerlendirdiklerine tanık
oluruz. Bu bakışa göre hayatın temposu bir yandan alabildiğine hızlanırken, bir
yandan da fazlasıyla tekdüze bir görünüm vermeye başlamıştır ve artan
beklentilerini bu tekdüzelik içinde karşılamakta zorlanan modern insan, can
sıkıntısı dediğimiz ruh haliyle iç içe yaşar hale gelmiştir. Daha yaygın bir
yaklaşım, can sıkıntısı kavramının zaman ya da çağlardan bağımsız biçimde
yalnızca insana özgü bir durum olduğunu; çünkü (hayvanlar alemindeki diğer
türlerden farklı olarak) insanın yalnızca temel gereksinimlerinin
karşılanmasıyla yetinmediğini dile getirir. Zihinsel ya da spiritüel
beklentiler “ayırıcı özellik” olarak insanda o kadar derinleşmiştir ki, “her
şeyin yolunda olduğu” dönemlerde bile sıkıntı, yapışkan ve sevimsiz bir yol
arkadaşı gibi karşımıza çıkıp durur. Bu noktadan hareketle bazen can sıkıntısı,
insanın zihinsel süreçleriyle bağlantılı apaçık bir “felsefi sorun” haline bile
gelebilmektedir. Bir başka deyişle, durmaksızın çalışan bir zihnin oluşturduğu
“farkındalık hali”, kimi zaman başa bela olmaya başlayarak can sıkıntısını
tetikleyebilmektedir.
İşin gerçeğini dürüstçe itiraf edeyim hemen: Daha bu
satırları yazmaya başladığım andan itibaren, ciddi bir can sıkıntısından
mustarip haldeyim. Konu sıkıntı olunca, insanı en özgürleştirici zihinsel
etkinlik olarak gördüğüm yazma eylemi bile sıkıcı hale geliyor. Canı sıkılmadan
sıkıntıyı dillendirmek ve bunun üzerine bir şeyler yazmak kolay mı? İşin
garibi, bunu yapanlar var. Araştırma ve yazma sürecinde hiç sıkıntı duymuş
mudur bilmem ama, Yunan ve Roma kültürü uzmanı Peter Toohey, insan ruhunun bu
en eski ve en yaygın “cilve”sini kaleme aldığı “Can Sıkıntısının Eğlenceli
Tarihi” adlı kitabında, tüm görünümleriyle “sıkıntı” olgusunu masaya yatırıp
didik didik etmiş desek, yeridir. Aşağı yukarı üç bin yıllık bir zaman
diliminin içinde zengin örneklerle gezintiye çıkan çalışmasında, kutsal
metinlerden efsanelere, klasik romanlardan ünlü tablolara ve psikolojik
çözümlemelerden popüler kültürün bildik ürünlerine dek çok geniş bir spektrum
içinde “can sıkıntısı” kavramının ele alınış biçimlerini gözden geçirmiş.
“Bir şeyi sıkıcı hale getiren nedir?” diye soruyor Toohey,
kitabın girişinde. “Öngörülebilirlik, monotonluk ve kısıtlanmışlık, bunların
hepsi temel unsurlardır. Çok uzun süre
değişmeden kalan her durum sıkıcı olabilir.”
Sözünü ettikleri, gerçekten de can sıkıntısını tanımlamaya
çalıştığımızda muhtemelen ilk başvuracağımız kavramlar. “Öngörülebilirlik”,
içinde yaşadığımız koşulların beklenmedik değişimler ya da dalgalanmalara ne
denli kapalı olabileceğiyle ilgili bir rahatsızlık kaynağı. Her şey hep aynı
düzen ve aynı akış içinde sürüp gidiyor, küçük sürprizlere bile açık kapı
bırakmıyorsa, sıkıntıyı hazırlayan ön koşullar da kendiliğinden doğmuş oluyor.
Peki biz “istikrar” sevmiyor muyuz? “Güven” duygusunu o yakındığımız
öngörülebilirlik oluşturmuyor mu biraz?
Aslında durum, göründüğünden biraz daha karmaşık. Belki de
güven gereksinimi gelişme ve yenilenmenin önüne set çekerek durağanlaşmaya
başladığında, sıkıntı dediğimiz tuhaf ruh hali de ortaya çıkıveriyor usulca.
Zaten Toohey’nin sözünü ettiği ikinci unsur olan “monotonluk” da, tam bu durumu
tarif ediyor. Her şey aynı, her şey bitmek bilmez bir sıradanlık içinde
yinelenip duruyor. Hayatın akışına heyecan getirecek yeni bir renk yok. Bu
noktada da, üçüncü unsur olan “kısıtlanmışlık” duygusuyla karşı karşıya
kalıyoruz. Bir tür kuşatma hali gibi algıladığımız, coşku ve heyecanı
uzaklaştıran tatsız bir duygu. Öngörülebilirlik ve monotonluğun yarattığı
kısıtlanmışlık her yanımızı çevrelediğinde de, “Canım sıkılıyor” demeye
başlıyoruz. Üstelik kimi zaman, bu sıkıntının nedenlerini net olarak
ayrıştıramadan yapıyoruz bunu.
Toohey, can sıkıntısının edebiyat ve sanata yansımış
kesitlerini de renkli bir akış içinde önümüze servis ederek, bu tatsız ruh
halinin ne denli yaygın (ve zaman ya da çağdan bağımsız) olduğuna da dikkat
çekiyor. Sözgelimi, Anton Çehov’un Vanya Dayı’sındaki Yelena’nın, Rus taşra
hayatının bunaltıcı tekdüzeliğinden kaçışına değiniyor ya da İvan Gonçarov’un
ünlü kahramanı Oblomov’un melankolik, depresif ruh halindeki “varoluşsal
sıkıntı”dan dem vuruyor. Elbette Jean-Paul Sartre’ın “Bulantı”sındaki, dünyayla
bağlarını sorgulayan kahraman Roquentin de bu panoramik sıkıntı analizinde
kendine yer bulabiliyor, İsa’nın dua sırasında bunalan havarilerini betimleyen,
ressam Lo Spagna’nın “Istırap Bahçesi” tablosu da. Daha renkli ve belki de
ürpertici örnekler de var: Stanley Kubrick tarafından perdeye “Shining” adıyla
aktarılan ünlü Stephen King romanındaki kahramanın, kısıtlanmışlık ve
tekdüzeliğin baskısına yenik düşüp bir tür “cinnet” ile buluşması da Toohey’nin
“can sıkıntısı” yürüyüşünde karşımıza çıkabiliyor:
“İşler beklendiği gibi yürümez. Overlook Hotel tabii ki
tekinsizdir ve Jack oteldeki doğaüstü varlıkların etkisine ölümcül bir şekilde
boyun eğer. Ama hem King hem de Kubrick, basit can sıkıntısının yıpratıcı gücü
üzerinde de durmuşlardır. Karısı Wendy, Jack’in oyununu yazmaya çalışmasıyla
artan asabiyetini şöyle tanımlar: ‘Daktilodan gelen sesler arasında uzun
boşluklar, çöp kutusunda buruşmuş daha da çok kağıt... Küçücük şeylerden bile
rahatsız olması... Ağzının bozulması.’ Kubrick filmin ilk sahnelerinden birinde
Jack yazma işine başladığında onu otelin Colorado Salonu’nda duvardan sürekli top
sektirirken gösterir. Saldırganlık içeren, tipik bir sıkıntı hareketi.”
Toohey, kitabın bütünü içinde, görünüşe göre çok da
kaçınabileceğimiz bir durum olmayan sıkıntının, tarih boyunca insanla hep yan
yana (ve hatta “yapış yapış”) olmasının getirdiği “olumlu” sonuçlara da çekiyor
dikkatimizi: Yaratıcılık, zihinsel zenginlik ve gelişme. Kulağa tuhaf gelse de,
can sıkıntısı belki de insanın entelektüel gelişme sürecini itekleyen
unsurlardan biri gibi görünüyor. Her ne kadar adının çağrıştırdığı kadar
“eğlenceli” bulmasam da, bu kısa “can sıkıntısı tarihi”ni ilgiyle okuduğumu
söyleyebilirim.
İlk yayın: Vatan Kitap - 15 Aralık 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder