Muhtemelen çoğu okuru gibi benim de Neil Gaiman’la tanışmam, onu bir anda dünya çapında üne kavuşturan o unutulmaz “Sandman” serisi sayesinde gerçekleşmişti. Çizgi romanı oldum olası çok sever ve modern dönemin en önemli popüler kültür mecralarından biri olarak görürüm. Bileşiminde gizem ve gerilimin yanı sıra, dengesi iyi ayarlanmış bir entelektüel sosa sahip olanlarınsa yeri apayrıdır elbette. Gaiman’ı okumak da benim için bu tür “zihin şımartıcı” bir deneyim oldu. Her bir cildi farklı çizerler tarafından değişik üsluplarda çizilse de, nehir gibi akan ana hikayenin dokusundaki eşine az rastlanır tutarlılık ve özgün anlatım, karşı konulması güç bir anafor gibi içine çekiyordu hevesli okuru. Ben de bu keyfe teslim olma konusunda fazla direnmeyerek, Sandman’in tüm ciltlerini birer birer edinmiştim.
Hemen belirtmeliyim ki, ister Sandman olsun, ister diğer kitapları, Gaiman okumak keyifli olduğu kadar ürpertici de bir deneyimdir çoğu kez. Beklenmedik anlarda yaptığı sınavlarda çalışmadığımız yerlerden sorular soran öğretmenler gibi, Gaiman da bizi entelektimizin kuytularında hazırlıksız yakalar. Zihnimizin gerilerine atıp üzerinde düşünmekten kaçındığımız (ya da düpedüz tembellik edip yok saymayı yeğlediğimiz) muammaları pervasızca gözümüze sokar, “Haydi al bakalım, al uğraş bunlarla şimdi” diye muzırca gülümser.
Mitolojinin derinliklerinden çıkardığı malzemeyi modern dünyanın karmaşık yaşam biçimlerinin içine ustaca yerleştirirken, çakıl taşlarını belli aralıklarla yola serpiştirerek kendisini izlememiz için bize işaretler bırakan bir masal kahramanı gibidir. Bir bakarsınız, binlerce yıllık bir mit ya da asıl anlamı unutulmuş kadim bir sembol, bir anda modern fiziğin göz kamaştırıcı teorileriyle buluşmuş ve günümüz insanının duygusal açmazlarıyla, yalnızlığıyla ve yabancılaşmayla iç içe geçip karşımıza çıkıvermiş. Her an bir sürpriz beklentisiyle sayfaları çevirdiğiniz, sizi asla düş kırıklığına uğratmayan kurgulara sahiptir Gaiman romanları.
Yazarın 2012 yaz aylarında tamamladığı ve geçen yılın sonlarına doğru okurla buluşan yeni romanı “Yolun Sonundaki Okyanus” da, bir istisna değil. Daha ilk satırları okurken büyüsüne kapılıp kendinizi tam ortasında gezinirken bulduğunuz, fazlasıyla sıradışı ve bir o kadar da gerilimli bir serüven bu. Kahramanı iki küçük çocuk olmakla birlikte yetişkinler için yazılmış; tüm naifliğine karşın yer yer oldukça “sert” ve ürkütücü bulabileceğiniz, modern bir Britanya masalı da diyebiliriz.
Roman, orta yaşlarını adımlamaya başlamış kahramanımızın, uzunca bir süredir uzak kaldığı aile topraklarına, bir cenaze nedeniyle geri dönmesiyle başlıyor. İngiltere’nin taşrasındaki bu küçük ve mütevazı kasabanın onun anılarında ne denli derin izler bıraktığınıysa, uzunca bir geri dönüş sırasında oldukça çarpıcı ayrıntılarıyla öğrenmeye başlıyoruz. Yaklaşık kırk yıl öncesine uzanan puslu anıların olanca çarpıcılığıyla kahramanımızın zihninde canlanması sonucu ortaya çıkan, belki de kaçınılmaz bir geri dönüş bu. Gaiman, kimi zaman Amerikan edebiyatının klasik isimlerini (sözgelimi Erskine Caldwell’ı) çağrıştıran, alabildiğine yalın ve yumuşak bir üslupla başlıyor, geri dönüşlerdeki anlatıya. Ama çok kısa bir süre içinde bu anılar geçidi, gerilim dozu yüksek, olağanüstü bir hikâyeye dönüşüyor.
İkinci önemli figür, bu uzun ve büyüleyici geri dönüşün baş karakteri diyebileceğimiz, on bir yaşlarında bir kız çocuğu: Lettie Hempstock. Tanıştıkları sıralarda kahramanımızdan iki yaş kadar büyük olduğunu öğrendiğimiz Lettie, kasabanın bitimindeki gölün kıyısında yer alan çiftlikte, annesi ve büyükannesiyle birlikte yaşayan, korkusuz ve yaşından beklenmeyecek garip bir bilgeliğe sahip, oldukça sıradışı bir kız. O bildiğimiz çocukluk aşkı hikâyelerindeki naif ve nazlı “komşu kızı” prototipiyle uzak yakın hiç bir ilişkisi yok. Tersine, kahramanımız için bütün o süreç boyunca gözüpek bir koruyucu-kollayıcı rolünü büyük bir doğallıkla üstlendiğine tanık oluyoruz. Kısa ama yoğun arkadaşlık dönemi sırasında birlikte deneyimledikleri serüven o denli derin etkide bulunuyor ki kahramanın üzerinde, hayatının geride kalanını bu etkinin silinmez izlerini yeniden ve yeniden keşfederek geçiriyor.
Çiftliğin kenarındaki küçük göl (Gaiman’ın anlatımına göre bir “gölet” bile denebilir buna) Lettie’ye göre evrenin tüm gizemlerini içinde barındıran bir okyanus. Kıyıları boyunca uzanan sık ormanlık alansa, derinliklerine doğru yürüdükçe bilinmezlere doğru kapılar açan bir “uzak ülke”. Hiçbir erkeğe ihtiyaç duymadan o çiftlikte sessizce yaşayan, anne-kız ve torundan oluşma bu garip üçlüye, roman boyunca elinizde olmadan büyük bir yakınlık duyuyor ve evrenimizin, onlar tarafından dillendirilen öyküsünü merak edip duruyorsunuz. Kozmolojinin derin muammaları bu üç kadın için o denli açık ve basit ki, kara delikler, süpernovalar, hatta Big Bang, onların anlatımıyla günlük hayatın sıradan bir kesiti kadar berrak hale gelebiliyor. Kendi küçük çekirdek ailesi içinde çocukluktan ergenliğe geçmek üzere olmanın sıkıntılarını yaşayan kahramanımız için de Hempstock’ların çiftliği, hem fiziksel hem de spiritüel bir sığınağa dönüşüyor.
Neil Gaiman, mitolojik unsurları, sembol ve arketipleri kurgularının içine yumuşacık dokunuşlarla yerleştirmeyi çok iyi beceren bir yazar. “Yolun Sonundaki Okyanus”ta da bu yeteneğini sergiliyor yine. Hempstock ailesinde, kadim tanrıça kültlerindeki “Bakire-Anne-Yaşlı Bilge” üçlemesinin bir yansımasını buluyoruz. Çiftliğin kıyısındaki göl, binlerce yıl öncesinin yaratılış efsanelerindeki “ilksel deniz” ya da “kozmik okyanus”u çağrıştırıyor her yanıyla. “Karanlığın güçleri”, evrenin ürkütücü yüzü ve kozmik dengeler, yaşadıkları masalsı serüvenin her aşamasında karşımıza çıkıyor. Yine bir Gaiman klasiği olarak, mitle bilimin, kozmolojiyle inancın iç içe geçtiği köprüler üzerinden yürüyerek adımlıyoruz bu serüveni. Üstelik tüm bunlar, kırk yıl öncesinin İngiltere’sindeki bir taşra kasabasında geçen, kısa ama yoğun anlatının içine sığdırılıyor.
“Yolun Sonundaki Okyanus”, sayfalarını çevirmeye başladıktan sonra elinizden bırakamayacağınız, bir solukta okunan ve en önemlisi, tüm hüzünlü dokusuna ve ürperticiliğine karşın zihninizin kuytularındaki huzursuzluklara ilaç gibi gelecek, çok keyifli bir roman.
İlk yayın: Vatan Kitap - 15 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder