Seçme İkilemi / Renata Salecl / Çev: Barış Engin Aksoy / Metis Yayınları
Herhangi bir kitap mağazasından içeri girdikten sonra durun ve içeriye şöyle bir göz atın: Hangi bölümdeki rafların önünde daha çok “müşteri” varsa, büyük olasılıkla orası “Kişisel Gelişim” alanındaki kitapların sergilendiği bölümdür. Hemen ardından, çok satan kitaplar listesini inceleyin: yine büyük olasılıkla, ilk on kitap arasında en az birkaç tanesinin, “Kişisel Gelişim” konusunda yazılmış olduğunu fark edeceksiniz. Son olarak, yeni çıkan kitapların sergilendiği raflara bir bakın. Aynı kategoride çok sayıda yeni kitabın yayımlandığını görüp, muhtemelen daha birçoğunun da basım aşamasında olduğunu düşünmekten kendinizi alamayacaksınız. Durum tamı tamına böyle: “Kişisel Gelişim” başlığı altında yayımlanan kitapların satış şansı, her zaman diğerlerinden çok daha fazla.
“Kendin olmak pek kolay değil anlaşılan,” diyor sosyolog Renata Salecl. “Çok satan kitap listelerine şöyle bir bakmak, insanların nasıl kendileri olacaklarını öğrenmek için epey bir para ve zaman harcadığını düşündürüyor. ‘Düşüncenizi Değiştirin: Kendini Değiştirin’, ‘Siz: Kullanım Kılavuzunuz’, ‘Artık Güçlerinizi Keşfedin’ ve ‘Kendinizi Yeniden Konumlandırın’ – bu kitapların her biri, kişinin tüm yaşamını yeniden tanımlaması için yeni bir strateji öneriyor.”
Hangi konularda rehberlik, yönlendiricilik ve “koçluğa” ihtiyaç duyuyor insanlar? Hayatın aklınıza gelebilecek hemen her alanında. Ekonomik kriz dönemlerinde, harcamalarınızı nasıl küçültüp, sadelik ve hesaplılıkla “daha mutlu” olacağınızı öğretecek onlarca uzmanla karşılaşıyorsunuz. Eğer ekonomi iyiyse, yatırımlarınızı nasıl yönlendireceğinizi ya da kendinize ait işi nasıl kurabileceğinizi anlatıyor bu uzmanlar size. Sağlığınızla ilgili kaygı ve hoşnutsuzluk hissediyorsanız, hem kitapçı raflarında hem de televizyon kanallarında, nasıl doğal beslenerek formda ve zinde kalacacağınızı, bunun nasıl “yeni bir yaşam biçimi” oluşturmaya katkıda bulunup sizi mutlu edeceğini öğretmeye hazır bilirkişiler bulmakta zorlanmıyorsunuz. Bitkisel beslenme, organik beslenme, yeme alışkanlıklarını değiştirme, gak diyeti, guk diyeti ve sağlıklı yaşam biçimi önerilerini içeren, yığınlarca bilgi ve (çoğu birbiriyle çelişen) yüzlerce farklı görüş.
Çalışma hayatınızdan nasıl verim alabileceğinizi anlatan uzmanlar... İşinizde yükselmek için yaklaşım ve tarzınızı nasıl değiştirmeniz gerektiğini hazır formüller halinde elinize tutuşturmayı öneren bilirkişiler... Aile hayatınızı daha uyumlu ve mutlu kılacak yöntemlerin sistematiğini oluşturan danışmanlar... “Pozitif düşünme”yi size öğreterek, “spiritüel uyanış”ınızı kolaylaştırma iddiasındaki “ruhsallık” hocaları... Evinizdeki eşyaları nasıl yerleştirirseniz enerji akışını kolaylaştırıp hayatınızı daha güzel hale getirebileceğinizi anlatan Feng-Shui üstatları... “Beyninizi formatlayarak” düşünce yapınızı nasıl değiştirebileceğinizi ve bunun yansımalarını hayatınızda nasıl kolayca görebileceğinizi konsantre dersler halinde sunan “koç”lar... Elbette, bir de aşk hayatınızı ve karşı cinsle ilişkilerinizi düzenli ve sizi mutlu edecek biçimde yönetmeniz için size altın sırlar vermeye hazır uzmanlar... Her tarafımız, “guru” dolu kısacası.
Nasıl giyinmemiz, neleri yememiz, işimizde nasıl çalışmamız, üç kuruş paramızı nasıl değerlendirmemiz, insanlarla nasıl iletişim kurmamız, evimizi nasıl döşememiz, aşk hayatımızda nasıl davranmamız ve hatta yatakta nelere dikkat edip nasıl sevişmemiz gerektiğini öğrenmek için, kitaplar ve televizyon şovları aracılığıyla bize ulaşmaya hazır bekleyen, büyük bir “uzmanlar ordusu” var artık çevremizde. Bunların çoğunun önerdiği yöntemler, zaman zaman birbirleriyle yüz seksen derece karşıt nitelikte olsa bile, işin garip ve dikkate değer tarafı, insanların çoğunun bu tavsiyelere koşulsuz uymayı seçmesi ve çözümü “koç”larda araması.
Peki “neler oluyor bize” o zaman? Toplumun eğitimli, kitap okuyan bir kesimi, topyekun kendini çeşitli konularda yetersiz, hatta çaresiz görmeye başlayarak, kitap okumaya ayırdığı vaktin önemli bölümünü “Kişisel Gelişim” için mi rezerve ediyor? Kendimizden bu denli hoşnutsuz olduğumuza kendimiz mi karar veriyoruz, yoksa birileri bizi buna inandırıyor mu? “Kendin ol yeter” diyen reklam sloganlarına teslim olmak için, “kendimizden başka her şey” haline dönüşmeyi mutluluğun anahtarı olarak mı görmeye başlıyoruz?
“Seçme İkilemi” adlı kitabın yazarı Renata Salecl’e göre, bunun ardında yatan toplumsal (ve psikolojik) unsur, kapitalizmin yeni yüzyılda üzerimizde giderek artırdığı “seçim yapma ve karar alma” baskısı. Seçeneklerin alabildiğine çoğaldığı bir dünyada, “kendimizi oluşturmak” için almamız gereken irili ufaklı kararlardan oluşan ağaç da iyice dallanıp budaklanıyor. “Hangi okulda okuyacağız?” diye başlıyor kafa kurcalayan sorular, sonra da artarak devam ediyor: Nasıl bir işte çalışacağız? Hayatımızı nasıl kuracağız? Nasıl giyinecek, nerede oturacağız? Nasıl daha çok para kazanıp refahımızı yükselteceğiz? Sağlığımızı nasıl daha iyi hale getireceğiz; bunun için nasıl besleneceğiz? Hangi sporları yapacağız? Tatile nerelere gideceğiz, evimizi nasıl döşeyeceğiz, (eğer durumumuz uygunsa) hangi otomobili alacağız? Nasıl bir sevgili bulacağız, onunla nasıl sevişeceğiz? Hobilerimizi nasıl seçip geliştireceğiz? Her biri ince ince kararlar gerektiren ve hayat içinde düzenli aralıklarla üzerimize üzerimize gelen yüzlerce, binlerce soru.
Kağıt üzerinde kapitalizm, “seçenekleri sınırsız” bir özgürlük ortamı anlayışını pompalıyor bireylere: Sınırınız, gökyüzü! O denli geniş bir özgürlük var ki, “kendinizi inşa etmeniz” için her şey, hayatın her döneminde elinizin altında. Bu ne anlama geliyor peki? “Kendin olmaktan, sen sorumlusun! Alacağın kararlar, hayatını belirleyecek.”
Tedirginlikler de, tam bu noktada başlıyor zaten: Ya doğru zamanlarda doğru kararları veremezsem? Ya ortalıkta beni bekleyerek dolaşan fırsatları kaçırırsam? Ya geri dönüşsüz hatalar yaparsam? Ya zaman yitirirsem? Ya aldığım kararlardaki hatalar sonucu mutsuz olursam? Hepsinin sorumlusu ben olacağım!
Kapitalizm, “maksimum kazanç, minimum harcama” ilkesini hayata geçirmeye yönlendirir insanları. Herkes, farkında olmaksızın bu dengeyi tutturmaya çalışır. Bu nedenle, sanki seçenekler bu denli sınırsızmış gibi görünen bir dünyada kararları kendi başına almak, hataların sonuçlarıyla yüzleşme riskini de getirdiği için, bireylerin üzerinde ağır bir baskı ve katlanılması güç bir gerilim oluşturuyor: Seçimleri kendimiz yapmaktan, kararları tek başımıza almaktan, hayatımızdaki olası olumsuz sonuçların bedelini ödemekten korkuyoruz. “Ben hata yaptım” diye dövünmektense, karar alacağımız alan her neyse, o alanın uzmanlarının önerilerine teslim olmaya hazır hissediyoruz kendimizi: İster kitaplar, ister televizyon şovları, ister bireysel seanslar aracılığıyla. Bizi, “koç”lar, “guru”lar, danışmanlar ve uzmanlar yönetiyor.
“Bu kitabın amacı, kim olmak istediğimizi seçme fikrinin ve ‘kendin ol’ buyruğunun nasıl olup da daha çok özgürlük getirmektense bizi daha kaygılı ve doyumsuz hale getirerek aleyhimize başladığını incelemek,” diyor Renata Salecl. Son ayların bu belki de en çarpıcı ve en dikkate değer kitabında, günlük hayatımızda bizi her yönden kuşatan “seçim yapma baskısı”nı, bütün yönleriyle masaya yatırıyor. Okunması elzem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder