Kimin ne düşüneceği hiç umurumda değil ama yine de başlarken şunu belirteyim: Fenerbahçe taraftarı olmam, bu yazıyı yazmamın arkasındaki ana faktör değil. "Futbol ruhu"nun bu ülkede bütünüyle kutuplaşma, önyargı ve nefret rüzgârlarının güdümünde yürümesinden fena halde rahatsızlık duyduğum için suskun kalmak ve görmezden gelmek artık zül geliyor. Çünkü ülkedeki bu en popüler, en gündem belirleyici "spor"un iliklerine kadar işlemiş bir davranış biçimi, etkisini sadece o alanda hissettirmiyor. Siyasetten sanata, iş dünyasından günlük hayatın basit görünen ilişkilerine kadar her yerde baskın duruma geliyor artık. Televizyondaki bir yarışma programında farklı yarışmacıları destekleyen izleyiciler bile sosyal medyada birbirleriyle kanlı bıçaklı hale gelebiliyorlar. "Spor"muş, "show business"miş, "eğlence"ymiş; geçiniz bunları. Bu ülkede artık her şey kutuplaşma, nefret, karşısındakini dinlememe, iftira yağdırma ve daha çok bağırarak diğerinin sesini boğma güdüleri üzerinden yürüyor.
"Fenerbahçe karşıtlığı" dediğimiz ruh hali belki de bunun en tipik örneklerinden biri olduğu ve son haftalarda yaşanan gelişmeler gerilimi iyice tırmandırdığı için, bu toplu cinnet halinin ana damarı durumunda bugün itibarıyla. Futbol merkezli bir taraftarlık ruhu üzerinden yürüdüğümüzde hiçbir camia sütten çıkma ak kaşık değil elbette. Herkes aynı ruh halinin sarmalına kendini kaptırdığı için, Fenerbahçe camiasının da nasıl sevimsiz görünebileceğini söylemeye gerek yok. Ama bu, "Her takımın taraftarlarının kendi camialarını göklere çıkarıp diğerlerini suçlaması ve tepeden bakmasıyla" sınırlı bir mesele değil. Evet, herkes kendi desteklediği takımı sevip diğerlerinden üstün görüyor/görmek istiyor. Ama diğer yandan, neredeyse bütün camialar "birincil düşman" mertebesine Fenerbahçe'yi yerleştirmeye son derece istekli.
Arkasında sınıfsal, düşünsel, etnik ya da dinsel hiçbir dayanağın bulunmadığı, açıklanması son derece zor bir nefret ve düşmanlık duygusu bu. "Neden?" sorusunun hiçbir elle tutulur yanıtı yok. Her camia kendi eğilimlerine göre bir şeyler sıralayıp iştahlı karalamalara girişebiliyor ama bunlar kendi kendilerini farklı bir gerçekliğe inandırma ritüeline dönüşmüş rasyonalizasyonlardan ibaret. "Bütün camialar aynı hızla kirleniyordu ama birinciliği Fenerbahçe'ye verdiler" durumu bu sadece.
En son Trabzon
deplasmanında yaşanan akıl tutulması kıvamındaki olayların ardından bir an,
"Belki bu saçmalıklar insanların aklını başını getirmeye yardımcı
olur" diye düşünenler oldu ama gelişmeler her zamanki gibi tam aksini
gösterdi yine. Maç boyunca atılan yabancı maddelerle yaralanan futbolcular ve
teknik heyetin içine düşürüldüğü korku filmi atmosferi yetmiyormuş gibi, son
düdükle birlikte ellerinde sopalarla tribünlerden inip, saha ortasında galibiyete sevinen takıma vahşice
saldıran bir güruh gördük. Yaşananlar o kadar rahatsız ediciydi ki, "kısaltılmış"
özetleri izlerken bile yüreği daralıyordu insanın. Akıl almaz bir öfke, nefret
ve düşmanlık.
İşin daha vahim kısmı, maçın ardından "rakip" camiaların bir ağızdan Fenerbahçe'yi sorumlu tutup, akla sığmaz suçlamalarda bulunmalarıydı. Tavırlar bir milim bile değişmedi, zerrece yumuşamadı yani. Dahası, sanki her şey hepimizin gözleri önünde yaşanmamış gibi, futbol federasyonu da sorumluluğun hatırı sayılır kısmını Fenerbahçe'ye yükleyerek garip bir "ceza uygulaması" devreye soktu; adeta saldırganlığı hoş görür ve yüreklendirirmiş gibi.
Bütün bu kargaşadan elle tutulur, akılcı bir çıkış olmayacağını söylemeye gerek görmüyorum. Üstelik, bütün o söylenmelere, "Ligden çekiliriz" tehditlerine rağmen Fenerbahçe yönetiminin basiretli davranıp dik duracağını da hiç sanmıyorum. Mızıldanmalar ve karşılıklı söz düelloları arasında bu kriz de unutulup gidecek. Sonra kim bilir hangi yakın zamanda, bu tırmandırılmış kutuplaşma ve gerginliğin yeni vahim sonuçlarıyla karşılaşacağız; yine her kafadan ayrı ses çıkacak.
"Futbol
dünyasını bu kadar ciddiye alma" diyenler çıkabilir. Aksine, ben çok
ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Yöneticisinden yayıncısına,
taraftarından ekrandaki yorumcularına kadar muazzam bir ikiyüzlülük yumağı
haline gelen "futbolsever" camiası, davranış modelini bir mürekkep
lekesi gibi ülkenin her yanına yayıyor. "Sahalarda görmek istemediğimiz
hareketler", "fairplay ruhu", "keşke sadece futbolu
konuşabilsek" türü riyakârlıklar artık insanın gözünü, kulağını kanatır halde.
Evet, bu takımın otobüsüne deplasman yolculuğunda ateş açıldı, içindekilerin canına kastedildi. Çok daha vahimi, 3 Temmuz 2011'de akıllara zarar bir kumpas kuruldu, tarihte bnzeri görülmemiş bir saldırı yapıldı, kulüp büyük zarara uğratıldı. Ama o düşmanlık bitmek şöyle dursun, azalmadı bile. Bu gidişle azalacağı da yok.
Asla olmayacak bir şey tabii, ama Fenerbahçe yönetiminden şunu beklerdim: "Madem hepiniz bu kadar iştah ve hırsla bizden böylesine nefret ediyorsunuz, sizlerin arasında bu oyuna devam etmemiz anlamsız. Bütünüyle çekiliyoruz futbol dünyasından, hayırlı olsun". Ultra ütopik tabii; spor dünyasına güç ve nüfuz artırmak için giren insanlardan beklenmeyecek kadar romantik bir tavır. Ama bunu çok isterdim, samimiyetle söylüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder