14 Ekim 2014

Ortaçağ'ı yakından tanımak



Ortaçağ – Katedraller, Şövalyeler, Şehirler / Editör: Umberto Eco/ Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı / Alfa Yayınları


Dürüstçe kabul edelim: İlk ve orta öğrenim hayatımız süresince ısıtılıp önümüze sürülen “tedrisat klişelerini” bir yana bırakırsak, tarihle arası çok da iyi olmayan bir toplumda yetiştik hepimiz. İçinde yaşadığımız dünyanın dinamik değişimlerini farklı göstergeleri değerlendirerek, zamanın akışkanlığı içinde inceleyip bugünü anlamaya çalışmak gibi bir alışkanlık edinemedik. Aslına bakarsanız, şu “tedrisat” sisteminin böyle bir kaygısı da olmadı pek. Çok yönlü nesnel bakış yerine tepeden inme peşin hükümleri; çözümleme yerine de ezberlenip zihinlere nakşedilecek değişmez şablonları ilköğretimden itibaren sistematik olarak şırınga etmeyi yeğleyen sistem, tarih bilincinin gelişmesine on yıllardır sekte vurdu, hâlâ da vurmaya devam ediyor.

İlkçağ tarihi ve prehistoryayla ilgili neredeyse elle tutulur hiçbir şey öğrenmeden tamamlarız öğrenim hayatımızı. Ortaçağ ile ilgili bildiklerimiz de, çoğunlukla önyargılarla beslenmiş kalıplarla sınırlıdır. Hani televizyon kanallarının muhabirleri ara sıra ellerine kamerayı alıp sokaklarda insanların burnuna mikrofonu uzatarak basit sorular yöneltirler ya; bunu temel tarih bilgisini test etmek için yapmayı deneseler, içler acısı bir manzara çıkar ortaya.


Resmi tarih, hatmedilip fazla tartışılmaksızın kabullenilecek bir “hamaset külliyatı” biçiminde karşımıza dikilirken ne soru sormamıza fazla izin verir, ne de nesnel kaynakları kullanmamıza. Bu nedenle, öğrenim sürecimizin bitişiyle birlikte, tarihle olan o incecik bağlarımız da kopar, yok olur gider. Daha kötüsü, tarih merakı ve araştırma isteği konusundaki gönülsüzlüğümüze, kitap okuma alışkanlığımızın acınası durumu da eklenince, tarih bilinci eksik bir toplum görüntüsü vermek kaçınılmaz hale gelir. İlgi duymayız, merak etmeyiz, soru sorup araştırmayız, okumayız. “Bugünü doğru değerlendirmenin yolu tarihi anlamaktan geçer” ilkesi uyarınca da, içinde yaşadığımız dünyanın dinamiklerini ve değişim süreçlerini kavrayamaz, bir köşede çekirdek çitleyen seyirciler durumuna düşeriz.

Yakın zamana dek, "tarih okuma" konusundaki bu zaaflarımıza, kaynak ve referansların yetersizliği de eklenip, işi iyice tatsız hale getirirdi. Henri Pirenne, Marc Bloch ya da Gordon Childe’ın baskısı tükenmiş kitaplarını bulabilmek için bir zamanlar Cağaloğlu yokuşunu nasıl arşınlayıp durduğumu hâlâ hatırlıyorum. Telif yapıtları bir yana bırakalım, çeviri kitaplar konusunda da belirgin bir sıkıntı hissedilirdi. Neyse ki, en azından "yüzyıl başından bu yana", referans kitapları alanında memnuniyet verici bir verimlilik yaşanıyor. Birçok büyük yayınevinin, dünya literatüründe yer alan önemli başvuru kaynakları ve referans yapıtlarını birer birer Türkçe'ye kazandırdığına tanık oluyoruz. Bunların en yenilerinden biri de, editörlüğünü Umberto Eco'nun yaptığı, üç ciltlik "Ortaçağ" külliyatı.

Leyla Tonguç Basmacı'nın çevirisiyle Alfa Yayınları tarafından hazırlanıp basılan bu devasa kaynak seti, Ortaçağ ile ilgili temel başvuru yapıtlarına gereksinim duyan tarih öğrencileri kadar, dünya tarihinin bu kritik evresine ilgi duyan entelektüel okurları da mutlu edecek, kapsamlı bir çalışma. Elbette kapakta  Umberto Eco'nun imzasının olması, beklentilerimizin çıtasını yükselttiği gibi, içeriğin yetkinliğiyle ilgili bir güvence de sunuyor okura.

İkinci cildi eylül ayında kitapçılara ulaşan “Ortaçağ” seti, oldukça geniş bir İtalyan tarihçi grubu tarafından yayına hazırlanmış. Eco  ise projenin editörlüğünü üstlendiği gibi, spesifik makaleleriyle de bu çalışmaya ciddi biçimde katkıda bulunarak, ortaya etkileyici hacim ve içerikte, ciddi bir başvuru kaynağının çıkmasını sağlamış. Üçüncü ciltle birlikte set tamamlandığında, tarih meraklılarının elinin altında her an başvurma ihtiyacı duyacakları önemli bir referans kaynağının olacağı söylenebilir.

Ortaçağ, genellikle “Karanlık Çağ” etiketiyle birlikte anılan ve kaçınılmaz olarak zihinlerde “din savaşları” ya da “istibdat” çağrışımları uyandıran, bin yılı aşkın bir süreye yayılmış kritik bir dönem. Şemalara sığdırmaya çalışıldığında, başlangıcı kabaca Batı Roma’nın çözülüp dağıldığı yıllara dayandırılıyor ve Rönesans sonrası Avrupa’daki sosyokültürel ve sosyopolitik değişimlerle noktalandığı kabul ediliyor. Bu oldukça geniş zaman dilimine damgasını vuran belirleyici faktörler arasında elbette bir hegemonya unsuru olarak merkezi/kurumsal dinlerin ortaya çıkışını saymak gerek. Ancak Ortaçağ, bunun ötesinde toplumsal üretim biçiminin köklü bir değişime uğradığı; feodalite adını verdiğimiz bu yeni sistem içinde belirleyici sınıf ilişkilerinin doğduğu ve söz konusu yapıya karşılık gelen siyasi yapıların biçimlendiği bir tarih evresi. Bu nedenle, beşinci yüzyıldan yaklaşık on altıncı yüzyıla dek süren bu uzun ve sancılı dönemi yeterince iyi anlamak için, bütün yönleriyle ele almak ve tüm toplumsal ve kültürel görünümlerini masaya yatırmak gerekiyor.

Eco editörlüğündeki tarihçiler tarafından hazırlanan bu Ortaçağ seti de, bunu hakkını vererek yerine getirmiş. Tarihsel olayların kesintisiz akışının ayrıntılı olarak sunulması çağın dokusunu ve değişimlerini toplu bir bakışla kavramayı sağlarken, Ortaçağ’da dünyanın çehresinin nasıl değiştiğini de sergiliyor. Merkezi büyük dinlerin kurumsal yapılarını, örgütlenme süreçlerini ve yaşadığı teolojik çatışma ya da kırılmaları yüzyıllar içinde gözden geçirme olanağı veriyor okura. Diğer yandan, “gündelik hayatın üretilmesi” sürecini, yani ekonomik değişkenlerin biçimlenmesi ve dönüşümlerini de ayrı bir bölüm içinde ele alarak, resmi daha “gerçek” ve daha anlaşılır hale getiriyor.

Ardından, bu bin yılı aşkın süreç içinde bilim ve teknolojinin durumunu masaya yatırarak Ortaçağ dünyasının portresinde bir başka boyutu gözlerimizin önüne seriyor: Simyadan kimyaya, büyü ve şifacılıktan tıp ve eczacılığa dek, Ortaçağ’ın bilimsel gelişimiyle tanıştırıyor bizi. Nihayet, tüm bu dokuların üzerine, edebiyat, kültür ve sanatı yerleştirerek, bütünleyici bir Ortaçağ bakışının oluşmasına katkıda bulunuyor. Her cildin başlangıç ve sonlarına eklenen, farklı kriterlere göre (bilim, sanat, siyasi gelişmeler, din vb) hazırlanmış ayrıntılı kronolojilerse, oldukça kullanışlı ve etkileyici. Kısacası, Ortaçağ tarihini ve Ortaçağ dünyasını tanımak isteyenlerin, kütüphanelerinde bulunmasından keyif alacakları bir referans kaynağı var elimizde.

Etkileyici ve tatmin edici bir başvuru kaynağı olmasına karşın, aklıma takılan bir noktayı da belki kısaca belirtmem gerek: Avrupa tarihinde hem siyasi hem kültürel anlamda derin izler bırakan iki önemli “tarikat” ya da örgütlenme olarak niteleyebileceğimiz Cathar’lar ve Tapınak Şövalyeleri konusuna yalnızca birer ya da ikişer sayfa ayrılmış olmasını yadırgadım. Keza Ortaçağ’da Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki dinsel/siyasi mücadelenin önemli parçalarından biri olan Bogomiller de nedense yalnızca kısa değinmelerle geçiştirilmiş. Bu eksiklikleri bir yana bırakırsak, Eco’nun editörlüğündeki bu setin, tüm tarih meraklılarının el altında bulunmasından keyif alacakları bir başvuru kaynağı olduğunu yinelemekte yarar var.

İlk yayın: Vatan Kitap - 15 Eylül 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder