Dört aydır pandemi nedeniyle hiçbir yere kıpırdayamadık; belirsiz bir süre daha da kıpırdayamayacağız gibi görünüyor. En azından, yurt dışı geziler şimdilik ciddi bir muamma. Uçuşlar başlasa bile fiyatlar el yakacak; bazı ülkeler (aslında birçoğu) uzun süre "sosyal mesafe" kısıtlamalarını sürdüreceği için gidilen yerlerden büyük olasılıkla fazla keyif alınamayacak; kısacası seyahatler eskisi gibi olamayacak gibi görünüyor şimdilik. Madem öyle, biz de eski defterleri dürelim ve yaz sıcağının başladığı şu günlerde mavinin en güzel tonlarını sergileyen Côte d'Azure bölgesini anlatan bir seyahat yazısı koyalım buraya. Var mı Güney Fransa kıyılarıyla ilgilenen? Eh buyrun o zaman.
Fransa'nın her bölgesi, kendine has karakteristiklere sahip, farklı
güzellikleri barındırır içinde. Akdeniz kıyılarının en güzel sahil şeridini
oluşturan ve "Mavi Sahil", yani Côte d'Azure adıyla bilinen güney tarafları
da böyle. Kimileri büyük ve kozmopolit, kimileri küçük ama çok renkli şehirleri
batıdan doğuya dek izleyerek İtalya'ya dek uzanan Côte d'Azure gezileri de
ülkenin en popüler tatil güzergâhları arasında yer alıyor. Böyle bir geziyi
bireysel olarak yapmak biraz zahmetli olduğu için (her şehirde ayrı otel
rezervasyonu, araba kiralama vb.) genellikle tercih edilen, seyahat
acentelerinin organize ettiği paket turları satın almak. Elbette bu tür bir
gezi, keyfe keder gezme olanaklarını kısıtlayıp sizi bir gruba bağımlı hale
getirdiği için çok sevimli değil. Ama bireysel geziye oranla çok daha ekonomik
ve zahmetsiz olduğu kesin.
Fransa'nın Güney Akdeniz sahillerini kapsayan bu turlar, genellikle,
Marsilya'dan başlıyor. Ülkenin belki de en önemli liman kentlerinden birinde
yani. Bundan 2600 yıl kadar önce Galya'nın denizcilik merkezi olarak inşa
edilen şehrin kurucuları, bizim Foça'dan oraya göç eden Yunan kolonistler. O
dönemde Romalılarca bilinen adıyla Massalia,
Akdeniz'deki Yunan kolonilerinin en zenginlerinden biriymiş. Kartaca'yla
yapılan Pön savaşları sırasında Roma'nın yanında yer almış ve bu desteği
sayesinde ekonomik ve siyasi bağımsızlığını ilan etme şansı bulmuş. Tabii çok
fazla uzun sürmemiş bu bağımsızlık; Julius Caesar'ın iç savaşın galibi olarak
Roma'ya egemen olmasının ardından, çatışmalarda Caesar'ın rakiplerinin yanında
saf tutan Massalia, bir Roma kolonisine dönüştürülmüş. Beşinci yüzyılda Vizigotların
işgali, ardından sekizinci yüzyılda Frank Krallığı'nın hükümranlığı altına
girme, derken veba salgınları vb. Neyse, tarihin derinliklerine fazla girmeden,
Marsilya'nın Fransız Devrimi'nin önemli şehirlerinden biri olarak öne çıktığını
söylemekle yetinelim. Fransız ulusal marşı Strasbourg'da bestelenmiş olmasına
karşın, Paris'teki kutlamalar sırasında ilk kez Marsilya'dan gelen gönüllülerce
söylendiği için, La Marseillaise (Marsilyalı) olarak anılıyor bugün.
Şehirde ve yakın çevresinde gezecek çok yer var elbette. Ama muhtemelen ilk
işiniz, limanın önündeki merkez duraktan otobüse binmek ve doğru tepeye, Notre
Dame de la Garde bazilikasına çıkmak olacak. Muhtemelen çok eski bir tanrıça
tapınağının bulunduğu alanda ilk kez 1214 yılında Meryem Ana'ya ithaf edilen
küçük bir şapel olarak inşa edilen bina, on dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru,
kayalara oyulan "alt kilise" ile birlikte büyük bir bazilika haline
gelmiş ve çok eski bir inanış sürdürülerek "denizcilerin koruyucusu"
ilan edilmiş (La Garde). İçerideki mozaik ve freskler, büyüleyici güzellikte.
Konumu itibarıyla bütün şehre hakim olan bazilikadan, muhteşem Marsilya ve
Akdeniz manzaraları görebilirsiniz.
Liman kenti dediğimize göre, elbette limanlarında da vakit geçirmelisiniz
Marsilya'nın. Zaten en güzel restoran ve kafeler, burada yer alıyor. Eğer et
yemekleriyle bir sorununuz yoksa, bunlar arasında en ünlü ve en popüler olanı,
L'Entrecote de Port. Aşağı yukarı 20 ila 40 euro arası bir hesap ödeyerek, limanda
güzel bir yemek yiyebilirsiniz. Eski Liman çevresindeki park ve dinlenme
alanlarını, kıyı kahvelerini de mutlaka ziyaret etmenizi öneririm. Hareketli,
renkli ve eğlenceli bir şehir Marsilya.
Yolculuğunuz, buradan sonra (genellikle) kıyıdan biraz içerilere girerek
Aix-en-provence'a yapacağınız küçük bir geziyle devam edecek. Lavantaları ve
biribirinden güzel kokulu sabun ve losyonlarıyla ünlü, 150 bin nüfuslu bu küçük
şehir, ünlü ressam Paul Cezanne'ın da memleketi. Otantik dokusu, sessiz ve
huzurlu sokakları, küçük meydanlarıyla Güney Fransa'nın en güzel
yerleşimlerinden biri olduğu söylenebilir rahatlıkla. Şehrin merkezindeki ünlü
pazar yerine mutlaka uğrayıp, son derece uygun fiyatlarla lavanta torbaları,
kokulu sabunlar ve otantik giysiler alabilirsiniz. Ayrıca inanılmaz bir
çeşitlilikteki meyve ve sebzelere, peynir çeşitleri ve zeytinyağlarına da bir
göz atın. Taşıyıp getirilmesi çok kolay değil belki ama insanın gözü kalıyor
işte. Yorulduğunuzda, pazarın bulunduğu meydandaki Les Deux Garçons'da oturup
bir kahve içebilirsiniz. Burası, Emile Zola ve Cezanne da dahil olmak üzere
birçok ünlünün gözde mekânıymış.
İstemeyerek de olsa Aix-en-provence'tan ayrılıp, yeniden sahile yönelecek ve
bölgenin en güzel kıyı şehirlerinden Toulon'dan geçerek, Fransız Rivierası'na
adım atacaksınız. Gezinin bundan sonrası hep mavi, mavi, masmavi sürecek artık.
İlk durağınız, Pink Floyd'un eski şarkılarından birine de esin kaynağı olan
ünlü (ve sosyetik) sahil şehri St. Tropez. Gösterişli villaları, pahalı
yatların cirit attığı limanı ve marka ürünlerin satıldığı havalı dükkânlarıyla tam bir zenginlik ve züppelik şehri. Ama biz ziyaret ettiğimizde,
şehrin tüm o karakterine inat, meydanlardan birinde Lenin büstlerinden oluşan
gösterişli bir anıt vardı, bunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Côte d'Azure, bütün güzellikleriyle sizin içinizi gıcıklamaya başlıyor bundan
sonra. Aslında küçük bir şehir olmasına karşın film festivaliyle ünlenen
Cannes, güzergâh üzerindeki ilgi çekici yerlerden birincisi. Kırmızı halı
üzerinde yürüyebilir, ünlü oyuncuların el izlerini içeren yer döşemelerina göz
atabilir ve çevredeki gerçekten huzurlu ve güzel kafelerde bir şeyler
içebilirsiniz. Hatta vakit varsa, şehrin açık plajlarından denize girip Fransız
Rivierası'nın tadını çıkarmak da mümkün.
Çoğunlukla tur programlarına alınmayıp, ayrı bir gezi olarak sunulan St. Paul
de Vence turuna katılmanızı, hararetle öneririm. Burası, Fransa'nın en eski
ortaçağ şehirlerinden biri ve o eski tarihi dokusunu bütünüyle koruyor. Taş
binaların arasındaki daracık otantik sokaklarda geziyor ve çiçeklerle,
sarmaşıklarla kaplı evlere hayranlıkla bakarak şehrin küçük ama çok şık
restoranlarında yemek yeme keyfini yaşıyorsunuz. Elbette, St. Paul de Vence'ı
daha da önemli kılan özelliği, ülkenin çağdaş sanat merkezlerinden biri olması.
Atölyeler, sergiler, sanat malzemesi satan dükkanlar... Büyüleneceksiniz, o
kadar söyleyeyim.
Geliyoruz, majör duraklarımızdan biri olan Nice'e. Uzuuuuun bir kıyı şeridiyle
Akdeniz'in en keyifli sahillerinden birine sahip olan Nice, Fransa'nın yedinci
en kalabalık şehri. (Bu "uzuuuun"daki u'ların fazlalığının nedenini,
şehri gezince anlayacaksınız.) Bu nedenle, epeyce kozmopolit bir yapısı var; Kuzey
Afrika kökenli Fransızlar, önemli bir kesimi oluşturuyor. Hem gündüz hem de
gece, sahil son derece hareketli ve ışıl ışıl; şehirde parklar ve yeşil alanlar
da bir hayli fazla ve kent yapısı çok güzel planlanmış. Çoğunlukla, herhangi
bir ulaşım aracına gerek duymadan görülebilecek bütün güzel yerleri yürüyerek
dolaşabilirsiniz. Promenade des Anglais, yani "İngiliz Yürüyüş Yolu"
adıyla bilinen bulvar, kıyı boyunca kilometrelerce uzanıyor.
Şehir, Marsilya'daki Foçalı Yunan kolonistler tarafından yaklaşık 2400 yıl önce
kurulmuş ve Yunan mitolojisindeki zafer tanrıçası Nike'nin adı verilmiş. Bugün,
Nice La Belle diye anılıyor genellikle, yani Güzel Nice. Şehirdeki pırıl pırıl
temiz havanın yarattığı ışık ve renkler, Marc Chagall ve Henri Matisse gibi
ünlü ressamları derinden etkilemiş.
Place Masséna, sahil şeridine yakın en büyük meydanlardan biri. Etkileyici bir
Apollon heykelinin yer aldığı bu meydan Nice'in ünlü festival ve konserlerine
de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, ulaşım ağının da merkez noktalarından biri.
"Eski Kent", Promenade des
Anglais ve şehrin görülmeye değer yerlerinden Jardin Albert 1er bu meydana
yürüyerek iki dakika uzaklıkta. Mimarisiyle dikkat çeken ve İtalyan izleri
taşıyan Garibaldi Meydanı da görülmeye değer yerler arasında. İtalya'nın
birliğini sağlayan Giuseppe Garibaldi'nin adı, meydana 1870 yılında verilmiş.
Bundan önce Silahlar Meydanı, Napoleon Meydanı, Cumhuriyet Meydanı gibi adlarla
anılmış. Nice kenti İtalya birliğiyle müttefik olduğunda Garibaldi için meydana
büyük bir anıt dikilmiş ve isim değişikliği yapılmış.
Eski Kent'in merkezindeki Place Rosetti'de geleneksel restoran ve publarda
şehrin keyfini çıkarabilir ve etkileyici yapılardan Sainte-Réparate
Katedrali'ni gezebilirsiniz. Eğer gece vakti uğrarsanız, meydanın
ışıklandırması sizi büyüleyecek. Ayrıca Cours Saleya'daki günlük çiçek
pazarında keyifle dolaşabilir ve Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri
olan Notre Dame de Nice'i ziyaret edebilirsiniz. Bir Côte d'Azure paket turu
içinde yalnızca üç gün ayrılan Nice'i gezmek için bu süre elbette yetmeyecek
ama damağınızda kalan tadıyla bu güzel Akdeniz kentine bir daha gelmek için
kafanızda planlar yapmaya başlayacaksınız. Bu turun devamında, paketlerde San
Remo, Milano, Como Gölü ve Lugano da yer alıyor ama onlar başka bir yazıya
kalsın, çünkü başlı başına ayrıca ele alınmayı hak ediyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder