11 Haziran 2020

Côte d'Azure: Mavi, mavi, masmavi

 

Dört aydır pandemi nedeniyle hiçbir yere kıpırdayamadık; belirsiz bir süre daha da kıpırdayamayacağız gibi görünüyor. En azından, yurt dışı geziler şimdilik ciddi bir muamma. Uçuşlar başlasa bile fiyatlar el yakacak; bazı ülkeler (aslında birçoğu) uzun süre "sosyal mesafe" kısıtlamalarını sürdüreceği için gidilen yerlerden büyük olasılıkla fazla keyif alınamayacak; kısacası seyahatler eskisi gibi olamayacak gibi görünüyor şimdilik. Madem öyle, biz de eski defterleri dürelim ve yaz sıcağının başladığı şu günlerde mavinin en güzel tonlarını sergileyen Côte d'Azure bölgesini anlatan bir seyahat yazısı koyalım buraya. Var mı Güney Fransa kıyılarıyla ilgilenen? Eh buyrun o zaman.


Fransa'nın her bölgesi, kendine has karakteristiklere sahip, farklı güzellikleri barındırır içinde. Akdeniz kıyılarının en güzel sahil şeridini oluşturan ve "Mavi Sahil", yani Côte d'Azure adıyla bilinen güney tarafları da böyle. Kimileri büyük ve kozmopolit, kimileri küçük ama çok renkli şehirleri batıdan doğuya dek izleyerek İtalya'ya dek uzanan Côte d'Azure gezileri de ülkenin en popüler tatil güzergâhları arasında yer alıyor. Böyle bir geziyi bireysel olarak yapmak biraz zahmetli olduğu için (her şehirde ayrı otel rezervasyonu, araba kiralama vb.) genellikle tercih edilen, seyahat acentelerinin organize ettiği paket turları satın almak. Elbette bu tür bir gezi, keyfe keder gezme olanaklarını kısıtlayıp sizi bir gruba bağımlı hale getirdiği için çok sevimli değil. Ama bireysel geziye oranla çok daha ekonomik ve zahmetsiz olduğu kesin.


Fransa'nın Güney Akdeniz sahillerini kapsayan bu turlar, genellikle, Marsilya'dan başlıyor. Ülkenin belki de en önemli liman kentlerinden birinde yani. Bundan 2600 yıl kadar önce Galya'nın denizcilik merkezi olarak inşa edilen şehrin kurucuları, bizim Foça'dan oraya göç eden Yunan kolonistler. O dönemde  Romalılarca bilinen adıyla Massalia, Akdeniz'deki Yunan kolonilerinin en zenginlerinden biriymiş. Kartaca'yla yapılan Pön savaşları sırasında Roma'nın yanında yer almış ve bu desteği sayesinde ekonomik ve siyasi bağımsızlığını ilan etme şansı bulmuş. Tabii çok fazla uzun sürmemiş bu bağımsızlık; Julius Caesar'ın iç savaşın galibi olarak Roma'ya egemen olmasının ardından, çatışmalarda Caesar'ın rakiplerinin yanında saf tutan Massalia, bir Roma kolonisine dönüştürülmüş. Beşinci yüzyılda Vizigotların işgali, ardından sekizinci yüzyılda Frank Krallığı'nın hükümranlığı altına girme, derken veba salgınları vb. Neyse, tarihin derinliklerine fazla girmeden, Marsilya'nın Fransız Devrimi'nin önemli şehirlerinden biri olarak öne çıktığını söylemekle yetinelim. Fransız ulusal marşı Strasbourg'da bestelenmiş olmasına karşın, Paris'teki kutlamalar sırasında ilk kez Marsilya'dan gelen gönüllülerce söylendiği için, La Marseillaise (Marsilyalı) olarak anılıyor bugün.


Şehirde ve yakın çevresinde gezecek çok yer var elbette. Ama muhtemelen ilk işiniz, limanın önündeki merkez duraktan otobüse binmek ve doğru tepeye, Notre Dame de la Garde bazilikasına çıkmak olacak. Muhtemelen çok eski bir tanrıça tapınağının bulunduğu alanda ilk kez 1214 yılında Meryem Ana'ya ithaf edilen küçük bir şapel olarak inşa edilen bina, on dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru, kayalara oyulan "alt kilise" ile birlikte büyük bir bazilika haline gelmiş ve çok eski bir inanış sürdürülerek "denizcilerin koruyucusu" ilan edilmiş (La Garde). İçerideki mozaik ve freskler, büyüleyici güzellikte. Konumu itibarıyla bütün şehre hakim olan bazilikadan, muhteşem Marsilya ve Akdeniz manzaraları görebilirsiniz.


Liman kenti dediğimize göre, elbette limanlarında da vakit geçirmelisiniz Marsilya'nın. Zaten en güzel restoran ve kafeler, burada yer alıyor. Eğer et yemekleriyle bir sorununuz yoksa, bunlar arasında en ünlü ve en popüler olanı, L'Entrecote de Port. Aşağı yukarı 20 ila 40 euro arası bir hesap ödeyerek, limanda güzel bir yemek yiyebilirsiniz. Eski Liman çevresindeki park ve dinlenme alanlarını, kıyı kahvelerini de mutlaka ziyaret etmenizi öneririm. Hareketli, renkli ve eğlenceli bir şehir Marsilya.



Yolculuğunuz, buradan sonra (genellikle) kıyıdan biraz içerilere girerek Aix-en-provence'a yapacağınız küçük bir geziyle devam edecek. Lavantaları ve biribirinden güzel kokulu sabun ve losyonlarıyla ünlü, 150 bin nüfuslu bu küçük şehir, ünlü ressam Paul Cezanne'ın da memleketi. Otantik dokusu, sessiz ve huzurlu sokakları, küçük meydanlarıyla Güney Fransa'nın en güzel yerleşimlerinden biri olduğu söylenebilir rahatlıkla. Şehrin merkezindeki ünlü pazar yerine mutlaka uğrayıp, son derece uygun fiyatlarla lavanta torbaları, kokulu sabunlar ve otantik giysiler alabilirsiniz. Ayrıca inanılmaz bir çeşitlilikteki meyve ve sebzelere, peynir çeşitleri ve zeytinyağlarına da bir göz atın. Taşıyıp getirilmesi çok kolay değil belki ama insanın gözü kalıyor işte. Yorulduğunuzda, pazarın bulunduğu meydandaki Les Deux Garçons'da oturup bir kahve içebilirsiniz. Burası, Emile Zola ve Cezanne da dahil olmak üzere birçok ünlünün gözde mekânıymış.


İstemeyerek de olsa Aix-en-provence'tan ayrılıp, yeniden sahile yönelecek ve bölgenin en güzel kıyı şehirlerinden Toulon'dan geçerek, Fransız Rivierası'na adım atacaksınız. Gezinin bundan sonrası hep mavi, mavi, masmavi sürecek artık. İlk durağınız, Pink Floyd'un eski şarkılarından birine de esin kaynağı olan ünlü (ve sosyetik) sahil şehri St. Tropez. Gösterişli villaları, pahalı yatların cirit attığı limanı ve marka ürünlerin satıldığı havalı dükkânlarıyla tam bir zenginlik ve züppelik şehri. Ama biz ziyaret ettiğimizde, şehrin tüm o karakterine inat, meydanlardan birinde Lenin büstlerinden oluşan gösterişli bir anıt vardı, bunu da söylemeden geçemeyeceğim.


Côte d'Azure, bütün güzellikleriyle sizin içinizi gıcıklamaya başlıyor bundan sonra. Aslında küçük bir şehir olmasına karşın film festivaliyle ünlenen Cannes, güzergâh üzerindeki ilgi çekici yerlerden birincisi. Kırmızı halı üzerinde yürüyebilir, ünlü oyuncuların el izlerini içeren yer döşemelerina göz atabilir ve çevredeki gerçekten huzurlu ve güzel kafelerde bir şeyler içebilirsiniz. Hatta vakit varsa, şehrin açık plajlarından denize girip Fransız Rivierası'nın tadını çıkarmak da mümkün.


Çoğunlukla tur programlarına alınmayıp, ayrı bir gezi olarak sunulan St. Paul de Vence turuna katılmanızı, hararetle öneririm. Burası, Fransa'nın en eski ortaçağ şehirlerinden biri ve o eski tarihi dokusunu bütünüyle koruyor. Taş binaların arasındaki daracık otantik sokaklarda geziyor ve çiçeklerle, sarmaşıklarla kaplı evlere hayranlıkla bakarak şehrin küçük ama çok şık restoranlarında yemek yeme keyfini yaşıyorsunuz. Elbette, St. Paul de Vence'ı daha da önemli kılan özelliği, ülkenin çağdaş sanat merkezlerinden biri olması. Atölyeler, sergiler, sanat malzemesi satan dükkanlar... Büyüleneceksiniz, o kadar söyleyeyim.


Geliyoruz, majör duraklarımızdan biri olan Nice'e. Uzuuuuun bir kıyı şeridiyle Akdeniz'in en keyifli sahillerinden birine sahip olan Nice, Fransa'nın yedinci en kalabalık şehri. (Bu "uzuuuun"daki u'ların fazlalığının nedenini, şehri gezince anlayacaksınız.) Bu nedenle, epeyce kozmopolit bir yapısı var; Kuzey Afrika kökenli Fransızlar, önemli bir kesimi oluşturuyor. Hem gündüz hem de gece, sahil son derece hareketli ve ışıl ışıl; şehirde parklar ve yeşil alanlar da bir hayli fazla ve kent yapısı çok güzel planlanmış. Çoğunlukla, herhangi bir ulaşım aracına gerek duymadan görülebilecek bütün güzel yerleri yürüyerek dolaşabilirsiniz. Promenade des Anglais, yani "İngiliz Yürüyüş Yolu" adıyla bilinen bulvar, kıyı boyunca kilometrelerce uzanıyor.


Şehir, Marsilya'daki Foçalı Yunan kolonistler tarafından yaklaşık 2400 yıl önce kurulmuş ve Yunan mitolojisindeki zafer tanrıçası Nike'nin adı verilmiş. Bugün, Nice La Belle diye anılıyor genellikle, yani Güzel Nice. Şehirdeki pırıl pırıl temiz havanın yarattığı ışık ve renkler, Marc Chagall ve Henri Matisse gibi ünlü ressamları derinden etkilemiş.


Place Masséna, sahil şeridine yakın en büyük meydanlardan biri. Etkileyici bir Apollon heykelinin yer aldığı bu meydan Nice'in ünlü festival ve konserlerine de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, ulaşım ağının da merkez noktalarından biri. "Eski Kent",  Promenade des Anglais ve şehrin görülmeye değer yerlerinden Jardin Albert 1er bu meydana yürüyerek iki dakika uzaklıkta. Mimarisiyle dikkat çeken ve İtalyan izleri taşıyan Garibaldi Meydanı da görülmeye değer yerler arasında. İtalya'nın birliğini sağlayan Giuseppe Garibaldi'nin adı, meydana 1870 yılında verilmiş. Bundan önce Silahlar Meydanı, Napoleon Meydanı, Cumhuriyet Meydanı gibi adlarla anılmış. Nice kenti İtalya birliğiyle müttefik olduğunda Garibaldi için meydana büyük bir anıt dikilmiş ve isim değişikliği yapılmış.


Eski Kent'in merkezindeki Place Rosetti'de geleneksel restoran ve publarda şehrin keyfini çıkarabilir ve etkileyici yapılardan Sainte-Réparate Katedrali'ni gezebilirsiniz. Eğer gece vakti uğrarsanız, meydanın ışıklandırması sizi büyüleyecek. Ayrıca Cours Saleya'daki günlük çiçek pazarında keyifle dolaşabilir ve Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan Notre Dame de Nice'i ziyaret edebilirsiniz. Bir Côte d'Azure paket turu içinde yalnızca üç gün ayrılan Nice'i gezmek için bu süre elbette yetmeyecek ama damağınızda kalan tadıyla bu güzel Akdeniz kentine bir daha gelmek için kafanızda planlar yapmaya başlayacaksınız. Bu turun devamında, paketlerde San Remo, Milano, Como Gölü ve Lugano da yer alıyor ama onlar başka bir yazıya kalsın, çünkü başlı başına ayrıca ele alınmayı hak ediyorlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder