08 Haziran 2020

Lyon: Bir nevi Mezopotamya



Dürüst olmak gerekirse, pandemi nedeniyle yaşadığımız karantina süreciyle ilgili pek fazla rahatsızlığım olmadı. Yaşamsal bir konuda tedbirli davranıp sosyal hayatı sıfırlamak, madalyonun diğer yüzünü, yani enfekte olup ciddi sağlık sorunları yaşamayı düşününce, gayet katlanılabilir bir bedeldi. Mart'tan bu yana tek bir rahatsızlığım var: Seyahat edememek. Pasaport, vize orada kuzu kuzu bekliyor ama siz hiçbir yere kıpırdayamıyorsunuz; çok sevimsiz bir durum. "Madem öyle, bugüne kadar gezdiğimi kâr sayıp, o yolculuklarla ilgili yazılar koyayım blog'uma" diye düşündüm. Sahi, bu kadar gezen biri olarak niye bir seyahat yazıları bölümü başlatmıyordum ki? Pandemi öncesi en taze anılarla başlamaya karar verdim ve şubat sonu yaptığım o çok keyifli Lyon seyahatinden kesitler belirdi gözümün önünde. (Döner dönmez karantina ortamında bulmuştuk kendimizi zaten.) Haydi buyrun, hep birlikte siftahı Lyon'la yapalım.


Fransa gezileri dendi mi, akla önce dünyanın en büyüleyici metropollerinden Paris geliyor elbette. Seine kıyılarındaki küçük kafeler, nehri kesen romantik görünümlü köprüler, Monmartre'ın sanat kokan sokakları, Jardins du Luxembourg'un huzur verici yeşilliği, Saint-Germaine'deki kitap ve kırtasiye dükkânları, katedraller, şarap evleri ve muazzam metro ağıyla Paris'ten daha sonraki yazılarda uzun uzun bahsederiz. Şimdi göz atacağımız Lyon ise, yine oldukça büyük bir kent olmasına rağmen çok daha pastoral, çok daha yumuşak ve en önemlisi, Paris'in kozmopolitliğine inat son derece "Fransız" bir şehir. Sürekli yaptığım benzetmeyi yineleyeyim: "Eğer Paris baştan çıkarıcı, kendini arzulatan bir kadınsa, Lyon da çok güzel, sevimli, naif, platonik aşk yaşanacak bir genç kız."



İki nehrin ortasına ve çevresine yayılmış bir şehir Lyon. Bu yüzden ilk gördüğümde "Bir nevi mezopotamya burası" deyip gülümsemiştim. Rhône ve Saone nehirlerinin arasına uzanmış, nazlı nazlı çevresine bakınıyor sanki. İçinden nehir geçen şehirler güzeldir; çünkü hem akarsu ferahlığı dolaşır sokaklarının arasında, hem de üzerine yerleşen köprüleriyle keyifli gezinti parkurları sunar. Lyon bu konuda çok şanslı, çünkü iki nehir olunca, köprü ve gezinti yolları da sayıca daha fazla oluyor. Şehrin bir yakasından diğerine gitmek istediğinizde, ilkin bir nehiri aşıyor, sonra caddeler boyunca yürüyor, ardından ikinci nehrin köprüleri üzerinden yürüyorsunuz. İnsanı canından bezdiren bir trafik ve gürültü olmayınca, şehirdeki bu yürüyüşler de son derece keyif veriyor.


Lyon'la ilgili çoğu şehir rehberinde, "Baştan başa yürüyerek gezilecek bir şehir" denir. Doğru söylüyorlar. Gayet yaygın bir metro ağı ve düzenli çalışan otobüs ve tramvaylar olmasına rağmen, eğer bir yere yetişmenizi gerektirecek aceleniz yoksa, rahat rahat her yere yürüyerek gidebiliyorsunuz. Eğer Lyon'da birkaç gün geçirecekseniz, hiç şehir kartı almakla falan uğraşmayın; bütün sokakların, bütün caddelerin tadını çıkara çıkara yürüyün; kafe ya da restoranlarda küçük molalar verin ve Lyon havasını soluyun derim. Taşıta ihtiyacınız yok burada.


Ulaşımdan söz etmişken, hava limanından şehre ulaşımın da son derece kolay ve bol seçenekli olduğunu belirtmek gerek. Benim tavsiyem, hemen St. Exupery havaalanı dışındaki gardan Rhône Express  trenine atlayın ve Lyon banliyölerinden geçerek en fazla kırk dakika içinde şehir merkezine ulaşın. Rahat ve keyifli bir yolculuktan sonra Lyon'un kalbine ulaşacaksınız; artık gideceğiniz her yer yakın.



Konaklama için çok fazla seçenek var. En ekonomik ve kullanışlısı apart oteller olduğu için biz tercihimizi bunlardan yana kullandık ve Citadine Apart Lyon'a yerleştik. Şehri tanıma amaçlı kısa geziler için hararetle tavsiye ederim bu oteli. Bir kere, yeri çok merkezi, Place des Jacobins'in hemen dibinde. İkincisi, odalar gayet konforlu, mutfakta kendinize güzel sofralar kurabilmeniz için ihtiyaç duyacağınız her şey var. Üçüncüsü, lobide sürekli bedava kahve ve cookie var ve otelin fiyatları Fransa'ya göre gayet makul. Hemen devamındaki sokakta, Lyon'daki en güzel restoran ve kafelerin bulunduğu güzel bir sokak da var; Le Lion ve Le Grand Café de Négociants özellikle tavsiyemdir. Eğer daha "bildik" tatlar isterseniz yine çok yakınında Hard Rock Café de var. Ama dünyanın önemli gastronomi merkezlerinden biri olarak ünlenen Lyon'da, yerel tatları mutlaka deneyin derim.



Görülmesi gereken yerlerin başında, elbette muhteşem mimarisi ve büyüleyici vitraylarıyla Notre Dame de Fourviere bazilikası geliyor. İnşası 1884'de tamamlanan yapı, şehre tepeden bakan konumuyla da eşsiz bir manzaraya sahip. Mekân, daha önce Roma imparatoru Trajan'ın yaptırdığı forumun kalıntılarına ev sahipliği yapıyormuş. "Dua Tepesi" olarak bilinen bu bölgede inşa edilen bina, Meryem Ana'ya adanmış.  Freskler, vitraylar, kabartmalar gerçekten müthiş. Yalnız bazilikaya yürüyerek çıkmayı denemeyin, pek akıllı işi değil. Saone nehrini geçip karşı kıyıya vardıktan sonra, Adalet Sarayı'nın hemen yakınındaki metro istasyonundan kalkan fünikülerle kolayca ulaşabilirsiniz.



Dönüş içinse, yürüyerek aşağı inmenizi tavsiye ederim. Bazilika çıkışında eşsiz bir manzara eşliğinde kıvrılarak aşağı inen yol, sizi dosdoğru "Eski Lyon"a götürüyor. Tarihi dokusu, eşsiz mimarisi ve parke taşlı sokaklarıyla ünlü bu bölgede, gayet makul fiyatlı pub ve restoranlar bulacaksınız. En çok tercih edilen de, yerel biralar.



Place Bellecour, şehrin batı tarafındaki en büyük meydanlardan biri. Geniş bir alanın içinde kral XIV. Louis'nin bir anıt heykelini barındıran alanın çevresinde parklar, kafeler ve şehri tepeden izlemeye olanak veren büyük bir dönmedolap var. Şehir yürüyüşleri sırasında nefeslenilecek yerlerden biri. Kezâ Rhone kıyısındaki Place de Marechal Lyautey'deki geniş park da, Lyon'da sık rastlanan yeşil alanlardan biri.





Place de Terraux, Lyon'daki görülmeye değer yerlerden bir diğeri. Bu büyük alan, 1889'da ünlü sanatçı Auguste Bartholdi'nin imzasını taşıyan gösterişli Bartholdi Çeşmesi'ni barındırıyor. Yine aynı alanda, mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler arasında ilk sıralarda sayılan Lyon Güzel Sanatlar Müzesi'ni de bulabilirsiniz.


Gelelim Lyon halkına. "Fransa'da İngilizce konuşan insanların en az olduğu şehirlerden biri" deniyor Lyon'a genellikle. Bu doğru, çoğunlukla ya hiç bilmiyorlar ya da kırık dökük bir İngilizce'yle konuşuyorlar. Ama o kadar sevimli ve yardımseverler ki, sorduğunuz soruyu yanıtlamak için çırpınıyor, bazen sözlük karıştırıyor, hatta telefonlarından Google Translate kullanarak size yardımcı olmaya çalışıyorlar. Gezdiğim Fransız şehirleri içinde en dost canlısı ve güleryüzlü insanları Lyon'da gördüm diyebilirim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder