Dürüst olmak gerekirse, pandemi nedeniyle yaşadığımız
karantina süreciyle ilgili pek fazla rahatsızlığım olmadı. Yaşamsal bir konuda
tedbirli davranıp sosyal hayatı sıfırlamak, madalyonun diğer yüzünü, yani
enfekte olup ciddi sağlık sorunları yaşamayı düşününce, gayet katlanılabilir
bir bedeldi. Mart'tan bu yana tek bir rahatsızlığım var: Seyahat edememek.
Pasaport, vize orada kuzu kuzu bekliyor ama siz hiçbir yere
kıpırdayamıyorsunuz; çok sevimsiz bir durum. "Madem öyle, bugüne kadar
gezdiğimi kâr sayıp, o yolculuklarla ilgili yazılar koyayım blog'uma" diye
düşündüm. Sahi, bu kadar gezen biri olarak niye bir seyahat yazıları bölümü
başlatmıyordum ki? Pandemi öncesi en taze anılarla başlamaya karar verdim ve
şubat sonu yaptığım o çok keyifli Lyon seyahatinden kesitler belirdi gözümün
önünde. (Döner dönmez karantina ortamında bulmuştuk kendimizi zaten.) Haydi
buyrun, hep birlikte siftahı Lyon'la yapalım.
Fransa gezileri dendi mi, akla önce dünyanın en büyüleyici metropollerinden
Paris geliyor elbette. Seine kıyılarındaki küçük kafeler, nehri kesen romantik
görünümlü köprüler, Monmartre'ın sanat kokan sokakları, Jardins du
Luxembourg'un huzur verici yeşilliği, Saint-Germaine'deki kitap ve kırtasiye
dükkânları, katedraller, şarap evleri ve muazzam metro ağıyla Paris'ten daha
sonraki yazılarda uzun uzun bahsederiz. Şimdi göz atacağımız Lyon ise, yine
oldukça büyük bir kent olmasına rağmen çok daha pastoral, çok daha yumuşak ve
en önemlisi, Paris'in kozmopolitliğine inat son derece "Fransız" bir
şehir. Sürekli yaptığım benzetmeyi yineleyeyim: "Eğer Paris baştan
çıkarıcı, kendini arzulatan bir kadınsa, Lyon da çok güzel, sevimli, naif,
platonik aşk yaşanacak bir genç kız."
İki nehrin ortasına ve çevresine yayılmış bir şehir Lyon. Bu yüzden ilk
gördüğümde "Bir nevi mezopotamya burası" deyip gülümsemiştim. Rhône
ve Saone nehirlerinin arasına uzanmış, nazlı nazlı çevresine bakınıyor sanki.
İçinden nehir geçen şehirler güzeldir; çünkü hem akarsu ferahlığı dolaşır
sokaklarının arasında, hem de üzerine yerleşen köprüleriyle keyifli gezinti
parkurları sunar. Lyon bu konuda çok şanslı, çünkü iki nehir olunca, köprü ve
gezinti yolları da sayıca daha fazla oluyor. Şehrin bir yakasından diğerine
gitmek istediğinizde, ilkin bir nehiri aşıyor, sonra caddeler boyunca yürüyor,
ardından ikinci nehrin köprüleri üzerinden yürüyorsunuz. İnsanı canından
bezdiren bir trafik ve gürültü olmayınca, şehirdeki bu yürüyüşler de son derece
keyif veriyor.
Lyon'la ilgili çoğu şehir rehberinde, "Baştan başa yürüyerek gezilecek bir
şehir" denir. Doğru söylüyorlar. Gayet yaygın bir metro ağı ve düzenli
çalışan otobüs ve tramvaylar olmasına rağmen, eğer bir yere yetişmenizi
gerektirecek aceleniz yoksa, rahat rahat her yere yürüyerek gidebiliyorsunuz.
Eğer Lyon'da birkaç gün geçirecekseniz, hiç şehir kartı almakla falan
uğraşmayın; bütün sokakların, bütün caddelerin tadını çıkara çıkara yürüyün;
kafe ya da restoranlarda küçük molalar verin ve Lyon havasını soluyun derim.
Taşıta ihtiyacınız yok burada.
Ulaşımdan söz etmişken, hava limanından şehre ulaşımın da son derece kolay ve
bol seçenekli olduğunu belirtmek gerek. Benim tavsiyem, hemen St. Exupery
havaalanı dışındaki gardan Rhône Express trenine atlayın ve Lyon
banliyölerinden geçerek en fazla kırk dakika içinde şehir merkezine ulaşın.
Rahat ve keyifli bir yolculuktan sonra Lyon'un kalbine ulaşacaksınız; artık
gideceğiniz her yer yakın.
Konaklama için çok fazla seçenek var. En ekonomik ve kullanışlısı apart oteller
olduğu için biz tercihimizi bunlardan yana kullandık ve Citadine Apart Lyon'a
yerleştik. Şehri tanıma amaçlı kısa geziler için hararetle tavsiye ederim bu
oteli. Bir kere, yeri çok merkezi, Place des Jacobins'in hemen dibinde.
İkincisi, odalar gayet konforlu, mutfakta kendinize güzel sofralar kurabilmeniz
için ihtiyaç duyacağınız her şey var. Üçüncüsü, lobide sürekli bedava kahve ve
cookie var ve otelin fiyatları Fransa'ya göre gayet makul. Hemen devamındaki
sokakta, Lyon'daki en güzel restoran ve kafelerin bulunduğu güzel bir sokak da
var; Le Lion ve Le Grand Café de Négociants özellikle tavsiyemdir. Eğer daha
"bildik" tatlar isterseniz yine çok yakınında Hard Rock Café de var.
Ama dünyanın önemli gastronomi merkezlerinden biri olarak ünlenen Lyon'da,
yerel tatları mutlaka deneyin derim.
Görülmesi gereken yerlerin başında, elbette muhteşem mimarisi ve büyüleyici
vitraylarıyla Notre Dame de Fourviere bazilikası geliyor. İnşası 1884'de
tamamlanan yapı, şehre tepeden bakan konumuyla da eşsiz bir manzaraya sahip.
Mekân, daha önce Roma imparatoru Trajan'ın yaptırdığı forumun kalıntılarına ev
sahipliği yapıyormuş. "Dua Tepesi" olarak bilinen bu bölgede inşa
edilen bina, Meryem Ana'ya adanmış. Freskler, vitraylar, kabartmalar gerçekten
müthiş. Yalnız bazilikaya yürüyerek çıkmayı denemeyin, pek akıllı işi değil.
Saone nehrini geçip karşı kıyıya vardıktan sonra, Adalet Sarayı'nın hemen
yakınındaki metro istasyonundan kalkan fünikülerle kolayca ulaşabilirsiniz.
Dönüş içinse, yürüyerek aşağı inmenizi tavsiye ederim. Bazilika çıkışında eşsiz
bir manzara eşliğinde kıvrılarak aşağı inen yol, sizi dosdoğru "Eski
Lyon"a götürüyor. Tarihi dokusu, eşsiz mimarisi ve parke taşlı
sokaklarıyla ünlü bu bölgede, gayet makul fiyatlı pub ve restoranlar
bulacaksınız. En çok tercih edilen de, yerel biralar.
Place Bellecour, şehrin batı tarafındaki en büyük meydanlardan biri. Geniş bir
alanın içinde kral XIV. Louis'nin bir anıt heykelini barındıran alanın
çevresinde parklar, kafeler ve şehri tepeden izlemeye olanak veren büyük bir
dönmedolap var. Şehir yürüyüşleri sırasında nefeslenilecek yerlerden biri. Kezâ
Rhone kıyısındaki Place de Marechal Lyautey'deki geniş park da, Lyon'da sık
rastlanan yeşil alanlardan biri.
Place de Terraux, Lyon'daki görülmeye değer yerlerden bir diğeri. Bu büyük
alan, 1889'da ünlü sanatçı Auguste Bartholdi'nin imzasını taşıyan gösterişli
Bartholdi Çeşmesi'ni barındırıyor. Yine aynı alanda, mutlaka ziyaret edilmesi
gereken yerler arasında ilk sıralarda sayılan Lyon Güzel Sanatlar Müzesi'ni de
bulabilirsiniz.
Gelelim Lyon halkına. "Fransa'da İngilizce konuşan insanların en az olduğu
şehirlerden biri" deniyor Lyon'a genellikle. Bu doğru, çoğunlukla ya hiç
bilmiyorlar ya da kırık dökük bir İngilizce'yle konuşuyorlar. Ama o kadar
sevimli ve yardımseverler ki, sorduğunuz soruyu yanıtlamak için çırpınıyor,
bazen sözlük karıştırıyor, hatta telefonlarından Google Translate kullanarak
size yardımcı olmaya çalışıyorlar. Gezdiğim Fransız şehirleri içinde en dost
canlısı ve güleryüzlü insanları Lyon'da gördüm diyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder